27 Ocak 2017 Cuma

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI-MÜLKİYET HAKLARI KHK İLE SINIRLANDIRILAMAZ

Esas Sayısı : 2016/148 Karar Sayısı : 2016/189



“Mahkememizin 2015/116 Esas sayılı dosyasının yargılama sırasında, somut olayda uygulama yeri bulunduğu düşünülen 556 sayılı KHK’nın 14. maddesinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı olduğu düşünülerek Anayasanın 152. maddesi gereğince itiraz yoluyla Yüksek Mahkemenize iptal başvurusunun yapılması gerekmiştir.

Dava konusu uyuşmazlık, davalının markasını kullanmaması nedeniyle iptali ve sicildenterkini taleplerine ilişkin olup, 556 sayılı KHK’nın 14. maddesinde iptal yaptırımı ile düzenlenen “kullanmama” halinin, davacının özünde bir mülkiyet hakkı olan marka hakkı ihlal edileceğinden, 556 sayılıKHK’nin 14. maddesi somut olayda uygulama yeri bulunan bir yasa hükmü olup bu nedenle itiraz yoluyla başvuruda, iptali istenen yasa hükmünün somut olayda uygulanma ihtimali bulunması gerektiğine dair şekli şartın gerçekleştiği düşünülmüştür.

Somut olayda, uygulama yeri bulunduğu ve Anayasa’ ya aykırı olduğu düşünülen yasa hükmü, 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi olup, madde başlığı “Markanın Kullanılması” olup madde hükmü:

“Markanın tescil tarihinden itibaren 5 yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmamasıveya bu kullanıma 5 yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir.

Aşağıda belirtilen durumlar markayı kullanma kabul edilir :

a)       Tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması,

b)   Markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarındakullanılması,

c)   Markanın marka sahibinin izni ile kullanılması,

d)   Markayı taşıyan malın ithalatı.” şeklindedir.

Markanın kullanılmamasının bir hukuki yaptırıma bağlanması doğru ve gereklidir. Markanın kullanılmaması gerek uluslararası düzenlemelerde, gerek AB mevzuatında, gerekse birlik ülkeleri mevzuatında bir “iptal” sebebi olarak düzenlenmektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu, TRIPS Anlaşması’nın (Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması) 19. maddesine göre markanın kullanılmamasının yaptırımı “iptal”dir. Buna göre, kullanılmayan marka ancak 3 yıllık minimum süre geçtikten sonra iptaledilebilir. AB Marka Direktifinin (2008/95 EC) 12. maddesinde ve Topluluk Marka Tüzüğü’nün (207/2009) 51. maddesinde de markanın kullanılmamasının yaptırımı “iptal”dir. Aynı şekilde İngiltere MarkalarKanunu’nun 46/1-a maddesinde, Alman Markalar Kanunu’nun 49/1-a maddesinde, İtalyan Marka Kanunu’nun 42/1 maddesinde ve Fransız Fikri Mülkiyet Kanunu’nun L714-5 maddesinde de kullanmama hali birer “iptal” sebebi olarak düzenlenmiştir.



Davalının yapılan yargılama sonucu özünde bir “mülkiyet hakkı” olan “marka hakkı”, hukuka aykırı bir şekilde ortadan kaldırılabilecektir. Bu durum, Hukuki İşlem Güvenliği ve Kazanılmış Hakların Korunması yönünden Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, 2. maddesindeki “Hukuk Devleti” ilkesi ile, marka hakkı soyut bir mülkiyet hakkı olduğundan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35. maddesindeki “Mülkiyet Hakkının Korunması” hükümlerine aykırıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35. maddesinde “Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmü düzenlenmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 91. maddesinde de; Türkiye Büyük Millet Meclisinin Bakanlar kuruluna Kanun Hükmünde Kararname çıkartma yetkisi verebileceği ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın 2. kısmının 1 ve 2 bölümlerinde yer alan temel hakların,kişi hakları ve ödevleri ile 4. bölümünde yer alan Siyasi Haklar ve ödevlerin Kanun Hükmünde Kararnameler ile düzenlenemeyeceği belirtilmiştir.

Markanın kullanılmamasının Kanun Hükmünde Kararname ile yaptırımının “iptal” olarak öngörülmesi Anayasa’da temel haklar olarak düzenlenen kişinin mülkiyet hakkına müdahale niteliğinde olup, Kanun ile düzenlenmesi gerekeceğinden Hukuk devleti ilkesine aykırılık ve Mülkiyet hakkı ihlali söz konusu olacağından, tescilli bir markanın kullanılmamasının yaptırımının 556 sayılı KHK’ de “iptal” biçiminde düzenlenmiş oluşu, takdir sınırlarını aşarak, Anayasa’ya aykırılık hali meydana getirmektedir. Bu nedenle Yüksek Mahkemenizce yapılacak inceleme, “yerindelik denetimi” değildir.

Nihayet 556 sayılı KHK’nın 14. maddesi gereğince, kullanılmayan marka iptali edildiğinden, marka sahibinin mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte olup, özünde bir “mülkiyet hakkı” olan “marka hakkı” ancak yasa ile sınırlanabilecek iken, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 91. maddesine aykırı şekilde Kanun Hükmünde Kararname ile Marka Hakkının sınırlanması, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı olup, bu nedenle dahi anılan KHK’nın 14. maddesinin iptali gereklidir.

Yukarıda açıklanan nedenler ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 152/1 maddesi ile 6216 sayılı Yasanın 40. maddesi gereğince, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkına Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinin iptali konusunda Yüksek Mahkemenizin takdir ve gereği arz olunur.”



ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Esas Sayısı    
 :
  2016/148
Karar Sayısı   
 :
  2016/189
Karar Tarihi  
 :
  14.12.2016
R.G.Tarih-Sayısı  
 :
  6.1.2017-29940

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU : 24.6.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’nin 14. maddesinin Anayasa’nın 2., 35. ve 91. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

OLAY: Markanın kullanılmaması nedeniyle iptali ve sicilden terkini talebiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırılık iddiasını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME KURALI

556 sayılı KHK’nin itiraz konusu 14. maddesi şöyledir:

“Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir.

Aşağıda belirtilen durumlar markayı kullanma kabul edilir:
a) Tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması,
b) Markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması,
c) Markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması,
d) Markayı taşıyan malın ithalatı.

II- İLK İNCELEME

1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 12.10.2016 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

III- ESASIN İNCELENMESİ

2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Salim KÜÇÜK tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu KHK kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- İtirazın Gerekçesi

3. Başvuru kararında özetle, itiraz konusu kuralla, tescilden itibaren veya sonradan, haklı bir neden olmaksızın kesintisiz beş yıl süre ile kullanılmayan tescilli markanın iptalinin öngörüldüğü, kuralın Anayasa’nın temel hak ve ödevler başlıklı ikinci kısmının, kişinin hakları ve ödevleri başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkı kapsamında bir düzenleme niteliğinde olduğu ve KHK ile düzenlenemeyeceği belirtilerek, Anayasa’nın 2., 35. ve 91. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu

1. Kanun Hükmünde Kararnamelerin Yargısal Denetimi Hakkında Genel Açıklama

4. Anayasa’da, KHK’lerin siyasal denetimi yanında yargısal denetimi de öngörülmüştür. KHK’ler, işlevsel yönden yasama işlemi niteliğinde olduklarından bunların yargısal denetimlerinin yapılması görev ve yetkisi de Anayasa Mahkemesine verilmiştir. Yargısal denetimde KHK’nin, öncelikle yetki kanununa sonra da Anayasa’ya uygunluğu sorunlarının çözümlenmesi gerekir. Her ne kadar, Anayasa’nın 148. maddesinde KHK’lerin yetki kanunlarına uygunluğunun denetlemesinden değil, yalnızca Anayasa’ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunun denetlenmesinden söz edilmekte ise de Anayasa’ya uygunluk denetiminin içine öncelikle KHK’nin yetki kanununa uygunluğunun denetimi girer. Çünkü Anayasa’da, Bakanlar Kuruluna ancak yetki kanununda belirtilen sınırlar içerisinde KHK çıkarma yetkisi verilmesi öngörülmüştür. Yetkinin dışına çıkılması, KHK’yi Anayasa’ya aykırı duruma getirir. Böylece, KHK’nin yetki kanununa aykırı olması Anayasa’ya aykırı olması ile özdeşleşir.

5. Dayanaklarını doğrudan Anayasa’dan alan olağanüstü hâl KHK’lerinden farklı olarak, olağan dönemlerdeki KHK’lerin bir yetki kanununa dayanması zorunludur. Bu nedenle, KHK’ler ile dayandıkları yetki kanunu arasında çok sıkı bir bağ vardır. KHK’nin yetki kanunu ile olan bağı, KHK’yi aynen ya da değiştirerek kabul eden kanun ile kesilir. KHK’nin Anayasa’ya uygun bir yetki kanununa dayanması, geçerliliğinin ön koşuludur. Bir yetki kanununa dayanmadan çıkarılan bir KHK’nin, içeriği yönünden Anayasa’ya aykırılık oluşturmasa bile Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez.

6. KHK’lerin Anayasa’ya uygunluk denetimi, kanunların denetiminden farklıdır. Anayasa’nın 11. maddesinde, “Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” denilmektedir. Bu nedenle kanunların denetiminde, onların yalnızca Anayasa kurallarına uygun olup olmadıkları saptanır. KHK’ler ise konu, amaç, kapsam ve ilkeleri yönünden hem dayandıkları yetki kanununa hem de Anayasa’ya uygun olmak zorundadırlar.

7. Anayasa’da kimi konuların KHK’lerle düzenlenmesi yasaklanmaktadır. Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında, sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin KHK ile düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Bu itibarla Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna ancak KHK ile düzenlenmesi yasaklanmış alana girmeyen konularda KHK çıkarma yetkisi verebilir.

8. Anayasa’nın herhangi bir maddesinde kanunla düzenleneceği öngörülen bir konunun, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler ile ilgili olmadıkça ya da Anayasa’nın 163. maddesinde olduğu gibi KHK çıkarılamayacağı açıkça belirtilmedikçe KHK ile düzenlenmesi Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz.

2- İtiraz Konusu Kuralın Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu

9. İtiraz konusu kuralın birinci fıkrasında, markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde haklı bir neden olmaksızın kullanılmaması veya markanın kullanımına beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi hâlinde markanın iptal edileceği belirtilmekte, ikinci fıkrasında ise tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması, markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması, markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması ve markayı taşıyan malın ithalatı durumlarının, markayı kullanma olarak kabul edileceği öngörülmektedir.

10. İtiraz konusu kural, 8.6.1995 tarihli ve 4113 sayılı Patent, Faydalı Model, Marka, Coğrafi İşaretler, Endüstriyel Tasarımlar, Yaş Sebze ve Meyve Ticareti, Toptancı Halleri, Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Turistik Otelciler ve Turizm İşletmecileri Birliğinin Kuruluşu, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri ile Gıda Konularının Düzenlenmesine ve Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanununun Mer’iyet ve Tatbik Şekli Hakkında Kanun ile Sermaye Piyasası Kanunu ve Gümrük Kanununun Bazı Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu’nun verdiği yetkiye istinaden ve bu kapsamda çıkarılan KHK’lerdendir.

11. Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, ikinci fıkrasında bu hakların, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği, üçüncü fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmıştır.

12. Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında ise “...sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.” denilmektedir. Buna göre, Anayasa’nın ikinci kısmının “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkının KHK ile düzenlenmesi mümkün değildir.

13. Mülkiyet hakkının konusunu, maddi ve gayrimaddi mallar oluşturmaktadır. Taşınır ve taşınmaz mallar, maddi mallar kapsamında iken, fikri ve sınaî mülkiyet hakları gayrimaddi mallar kapsamında bulunmaktadır. Bir markanın sahibine sağladığı haklar ise “marka hakkı” olarak adlandırılmakta ve marka hakkı, fikri ve sınai mülkiyet hakları kapsamında yer almaktadır. Dolayısıyla itiraz konusu kural, mülkiyet hakkının konusunu oluşturan marka hakkıyla ilgili olduğundan KHK ile düzenlenemez.

14. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasına aykırıdır. İptali gerekir.
15. Kural, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasına aykırı görülerek iptal edildiğinden, ayrıca Anayasa’nın 2. ve 35. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.

IV- HÜKÜM

          24.6.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 14.12.2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Başkanvekili
Engin YILDIRIM





Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Serruh KALELİ
Üye
 Osman Alifeyyaz PAKSÜT





Üye
 Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Nuri NECİPOĞLU
Üye
Celal Mümtaz AKINCI






Üye
Muammer TOPAL
Üye
M. Emin KUZ
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN





Üye
Kadir ÖZKAYA
Üye
Rıdvan GÜLEÇ





Üye
Recai AKYEL
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ

17 Ocak 2017 Salı

YARGITAY KARARLARI - VADESİ GELMİŞ BONO

ÖZET:Kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip, İİK'nun 168. maddesinin birinci fıkrasına göre ancak vadesi gelmiş kambiyo senedi için yapılabilir. Takip dayanağı bono metinlerinde vadesinde ödenmediği takdirde müteakip bonoların muacceliyet kesbedeceği yönünde kayıt bulunması bu senetlerin kambiyo senetleri olma niteliğini etkilemez. Bu gibi kayıtlar yazılmamış sayılır. Muacceliyet koşulu ayrıca bir sözleşmede belirlenmedikçe anılan kayıt ilgililer yönünden hiçbir sonuç doğurmaz Buna göre, bono haricinde düzenlenen ve bonoya açık atıf yapılan bir sözleşme ile belirlenen muacceliyet koşulu geçerlidir. 
Bu durumda, takip dayanağı bonoların 17.09.2015 tarihli protokol uyarınca verildiği sabit ve tartışmasız olup, anılan sözleşmede senetlerden birinin vadesinde ödenmemesi halinde diğerlerinin muaccel olacağı kararlaştırılmış olmakla, sözleşmede düzenlenen bu muacceliyet şartı geçerlidir. Protokol kapsamında düzenlenen 22.09.2015 vade tarihli ilk bono vadesinde ödenmeyip mahkemenin de kabulünde olduğu üzere vade tarihinden bir gün sonra ödendiğine göre, sözleşme uyarınca verilen takip dayanağı diğer bonoların muaccel olduğunun kabulü gerekir. Hal böyle olunca, alacaklının muaccel hale gelen senetlere dayanarak icra takibi başlatması yukarıda açıklanan ilke ve kurallara, yasal düzenmeye uygundur. 

12. Hukuk Dairesi         2016/596 E.  ,  2016/14023 K.

    "İçtihat Metni"
    MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

    Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
    Alacaklı-lehdar tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile bonoya dayalı olarak keşideci-borçlu hakkında icra takibine başlandığı, borçlu vekilinin İİK'nun 168. maddesinde öngörülen yasal 5 günlük sürede icra mahkemesine yaptığı başvurusunda; taraflar arasında imzalanan 17.09.2015 tarihli protokol ile alacaklıya toplam 600.000,00 TL miktarlı 6 adet senet verildiğini, senetlerden ilkinin vadesinin 22.09.2015 olup, protokolde senetlerden birinin vadesinde ödenmemesi halinde diğerlerinin de muaccel olacağının kararlaştırıldığını, vadesinde ödenmediği iddia olunan 22.09.2015 tarihli senet bedelinin 23.09.2015 tarihinde alacaklının banka hesabına ulaştığını, 22.09.2015 ödeme tarihli senedin müvekkiline vadesinde ibraz edilmediği gibi ödeme yapılacak hesap bilgilerinin müvekkiline aktarılmadığını, TTK'nun 708. maddesinde belirtilen ibraza ilişkin prosedüre riayet edilmemiş ve iki günlük süreye de uyulmamış olduğunu, 22.09.2015 tarihinin Kurban Bayramı öncesine denk gelen idari tatil olduğunu beyanla, vadesi gelmeyen diğer senetlere dayanan bu takibin iptaline karar verilmesini istediği anlaşılmaktadır.
    Mahkemece, "...keşideci TTK.nun 624. maddesine göre kendisine süresinde ibraz edilmeyen bononun bedelini notere tevdi edebilir ise de, bu kendisine tanınmış yasal bir imkan olup mecburiyet olmadığı, somut olayda keşidecinin ihtar edilmediği, vadeden sonra da sözleşme gereği ödenmesi gereken ilk bononun bir gün sonra ödendiğinden, takibe dayanak diğer bonoların muaccel hale gelmediği" gerekçesi ile istemin kabulü ile takibin iptaline karar verildiği, hükmün alacaklı tarafça temyiz edildiği görülmektedir.
    6102 sayılı TTK'nun 778(1)-c maddesinin göndermesi ile bonolar hakkında da uygulanması gereken 708. maddesi gereği senedin vadesinde ibraz olunmadığı ahvalde, keşideci borçlu aynı Kanunun 712. maddesi (yürürlükten kaldırılan 6762 sayılı TTK'nun 624. maddesi) uyarınca masraf ve hasar hamile ait olmak üzere bono bedelini bir bankaya tevdi ederek borçtan kurtulur. Bu gereği yerine getirmeyen keşideci borçlunun vadesinde senedin ödenmek üzere kendisine ibraz olunmadığına ilişkin iddiası mercide tartışma konusu yapılamaz. Keşidecinin takibi için protestosuna da gerek bulunmamaktadır.
    Kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip, İİK'nun 168. maddesinin birinci fıkrasına göre ancak vadesi gelmiş kambiyo senedi için yapılabilir. Takip dayanağı bono metinlerinde vadesinde ödenmediği takdirde müteakip bonoların muacceliyet kesbedeceği yönünde kayıt bulunması bu senetlerin kambiyo senetleri olma niteliğini etkilemez. Bu gibi kayıtlar yazılmamış sayılır. Muacceliyet koşulu ayrıca bir sözleşmede belirlenmedikçe anılan kayıt ilgililer yönünden hiçbir sonuç doğurmaz (Özten, Fırat; Kıymetli Evrak Hukuku, 2. Baskı. S: 487,1002). Buna göre, bono haricinde düzenlenen ve bonoya açık atıf yapılan bir sözleşme ile belirlenen muacceliyet koşulu geçerlidir.
    Dosya arasında mevcut, taraflar arasında imzalanan 23.07.2015 başlangıç ve 31.05.2017 bitiş tarihli Profesyonel Futbolcu Sözleşmesinin feshi ve bu fesih sebebi ile futbolcuya yapılacak ödemelere dair hükümlere ilişkin 17.09.2015 tarihli protokolde; futbolcuyo 6 taksit halinde toplam 600.000,00 TL ödeme yapılacağı, ödemeler için her biri 100.000,00 TL bedelli 22.09.2015, 30.11.2015, 30.12.2015, 29.01.2016, 26.02.2016, 31.05.2015 vadeli senetler verileceği ve senetlerden herhangi bir tanesi vadesinde ödenmediği takdirde diğer senetlerin vadesinin muaccel hale geleceği kararlaştırılmış olup, takip konusu yapılan senetlerin işbu protokolde belirtilen senetler olduğu hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, protokolde belirtilen ilk senedin vadesinde ödenip ödenmediği ve bu nedenle de diğer senetler yönünden muacceliyet koşulunun oluşup oluşmadığı hakkındadır.
    Somut olayda, borçlunun sunduğu HSBC Bank dekontuna göre, 22.09.2015 vade tarihli senede mahsuben 23.09.2015 tarihinde 100.000, 00 TL'nin, alacaklının banka hesabına tamamen ödendiği, anılan senedin takip konusu yapılmayıp, protokolde belirtilen diğer senetlerin muaccel olduğundan bahisle kalan 5 adet senedin toplam bedeli olan 500.000,00 TL'nin tahsili istemi ile 30.09.2015 tarihinde takibe başlandığı görülmektedir.
    Bu durumda, takip dayanağı bonoların 17.09.2015 tarihli protokol uyarınca verildiği sabit ve tartışmasız olup, anılan sözleşmede senetlerden birinin vadesinde ödenmemesi halinde diğerlerinin muaccel olacağı kararlaştırılmış olmakla, sözleşmede düzenlenen bu muacceliyet şartı geçerlidir. Protokol kapsamında düzenlenen 22.09.2015 vade tarihli ilk bono vadesinde ödenmeyip mahkemenin de kabulünde olduğu üzere vade tarihinden bir gün sonra ödendiğine göre, sözleşme uyarınca verilen takip dayanağı diğer bonoların muaccel olduğunun kabulü gerekir. Hal böyle olunca, alacaklının muaccel hale gelen senetlere dayanarak icra takibi başlatması yukarıda açıklanan ilke ve kurallara, yasal düzenmeye uygundur.
    O halde mahkemece, borçlunun takip konusu senetlerin muaccel olmadığına yönelik İİK'nun 168/1. maddesi kapsamında yaptığı şikayetinin reddine karar vermek gerekirken, istemin kabulü ile takibin iptaline karar verilmesi isabetsizdir.
    SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

    YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI - KİRA ALACAKLARI

    Hukuk Genel Kurulu         2014/1429 E.  ,  2016/1008 K.

      "İçtihat Metni"
      MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi


      Taraflar arasındaki “itirazın kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 5. İcra (Hukuk) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.05.2012 gün ve 2011/2376 E., 2012/782 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 26.12.2012 gün ve 2012/15842 E., 2012/17394 K. sayılı ilamı ile,
      "...Davacı alacaklı tarafından davalı borçlular hakkında kira alacağının tahsili amacıyla başlatılan icra takibine vaki itiraz üzerine davacı icra mahkemesinden itirazın kaldırılması ve %40 icra inkar tazminatı isteminde bulunmuştur. Mahkemece uyuşmazlığın yargılamayı gerektirdiğinden bahisle istemin reddine karar verilmiş, karar davacı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
      Takibe ve karara esas alınan 01/03/2011 başlangıç tarihli bir yıl süreli kira sözleşmesi konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmede aylık kira parasının 1.800 TL olduğu her ayın 1-5 arasında peşin ödeneceği kararlaştırılmıştır. Davacı kiraya veren 18/10/2011 tarihinde başlatmış olduğu icra takibi ile ödenmeyen 3 aylık kira parası toplamı olan 5.400 TL'nin tahsilini istemiştir. Davalı borçlular ödeme emrine yasal süresinde davacıya borçları bulunmadığını, ödeme emrinde 3 aylık kira denildiğini ancak hangi aylara ait kira bedeli olduğunun belirtilmediğini belirterek itiraz etmişlerdir. Davalı kiracılar kira akdinin varlığına karşı çıkmamışlardır. İ.İ.K.nun 62. maddesi gereğince itiraz ettikleri kısmın cihet ve miktarını da itiraz dilekçesinde açıkça göstermediklerinden bu durumda takip talepnamesinde belirtilen kira miktarının kesinleştiğinin kabulü gerekir. Dava dilekçesinde ve yargılama sırasında davacı hangi aylara ait kira alacağının istenildiğini açıklamıştır. Bu nedenle mahkemece işin esasının incelenerek esas hakkında bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile uyuşmazlığın yargılamayı gerektirdiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir..."
      gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.


      HUKUK GENEL KURULU KARARI

      Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
      Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun (İİK.) 269 vd. maddelerine dayalı kira alacağı talepli takibe vaki itirazın kaldırılması istemidir.
      Davacı vekili, borçlu ... ve lehine şahsi teminat veren müşterek ve müteselsil kefil ... aleyhine gayrimenkul kiralarına ilişkin ilamsız takip yaptıklarını, adı geçenlerin borçlu olmadıkları gerekçesiyle takibe itiraz ettiklerini, davalılar ile müvekkili arasında imzalanan 01.03.2011 başlangıç tarihli kira sözleşmesine göre kira ödemelerinin banka hesabına yapılacağının kararlaştırıldığını, kiracı/borçlunun sadece mart ve nisan aylarının kira bedellerini ödediğini, haziran ayında ise bir aylık kira bedeli kadar para gönderdiğini, başka herhangi bir ödeme yapılmadığını beyanla 5.400,00-TL için yapılan itirazın kaldırılması ile takibin devamına, davalıların 5.400,00-TL üzerinden en az %40 icra inkar tazminatına mahkum edilmelerini talep etmiştir.
      Davalı ... vekili; ilamsız icra takibine konu edilen borcun hangi ayların kira bedellerine ilişkin olduğunun belli olmadığını, ilamsız icra takibine konu borcun bulunmadığını, mart ve nisan aylarının kira bedellerinin banka aracılığı ile ödendiğini, mayıs ayı kira bedelinin ise taşınmaza yapılan üç adet duşakabin bedeli ile mahsup edildiğini, haziran ayı kira bedelinin elden ödendiğini, temmuz ayı kira bedelinin de depozitodan düşüldüğünü, müvekilinin taşınmazı temmuz ayında tahliye ettiğini, bu nedenle davanın reddi ile davacı aleyhine %40’dan az olmamak kaydıyla tazminata hükmedilmesi gerektiğini savunmuştur.
      Yerel Mahkemece davanın reddine dair verilen karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçe ile direnilmiş, direnme kararını davacı vekili temyize getirmiştir.
      Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kira alacağının ödenmesine ilişkin takip talebinde ve borçluya gönderilen örnek 13 ve müşterek ve müteselsil kefile gönderilen örnek 7 ödeme emirlerinde istenen kira bedelinin hangi aylara ait olduğunun açıklanmasının gerekip gerekmediği ve bu hususun icra takibi bakımından geçerlilik koşulu olup olmadığı noktasındadır.
      Adi kiraya ve hasılat kirasına ilişkin takiplerle ilgili olarak İİK.’nın 269. maddesinde kira bedelinin hangi aylara ait olduğunun açıklanması gerektiğine dair bir düzenleme mevcut değildir.
      Davacı taraf dava dilekçesinde ve yargılama aşamasında hangi aylara ait kira alacağının talep ettiğini de ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bu nedenle talep edilen kira parasının hangi aylara ait olduğunun takip talebinde ve ödeme emrinde belirtilmemesi sonuca etkili değildir.
      O halde yerel mahkemece borcun sebebinin ve alacağın konusunun hangi aya ilişkin olduğunun net olarak takip talebinde gösterilmesi gerektiğinden bahisle davanın reddine karar vermesi yerinde değildir.
      Ne var ki, bozma ilamının üçüncü paragrafında yazılı olan;“… İ.İ.K.nun 62. maddesi gereğince itiraz ettikleri kısmın cihet ve miktarını da itiraz dilekçesinde açıkça göstermediklerinden bu durumda takip talepnamesinde belirtilen kira miktarının kesinleştiğinin kabulü gerekir…” ibaresinin ancak kısmi itirazlarda gözönünde tutulması gerektiği, somut olayda ise kısmi itiraz bulunmayıp davalı borçluların ödeme emrine yasal süresinde davacıya borçları bulunmadığını belirterek itiraz ettikleri anlaşılmakla, diğer bozma nedenleri yerinde olduğundan yukarıda anılan ibarenin bozma ilamından çıkartması gerekmiştir.
      Buna göre yerel mahkeme direnme kararı, yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
      Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında talep edilen kira parasının hangi aylara ait olduğunun takip talebinde belirtilmemesinin menfaatler dengesine ve silahların eşitliği ilkesine aykırı olacağı ileri sürülmüşse de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir.
      SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 02.11.2016 gününde yapılan görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

      12 Ocak 2017 Perşembe

      Danıştay Kararı-Avukatın nüfus idaresinden adres isteyebileceği

      T.C.
      DANIŞTAY 
      Onuncu Daire
      Esas No : 2014/6559 
      Karar No: 2015/874
      Özeti : Davacıların, dava açarken zorunlu olarak bildirilmesi gereken, davalı tarafa ait tebligata yarar adresin nüfus idaresince verilmemesinin hak arama hürriyetine aykm olacağı hakkında.
      Temyiz Eden (Davacı) :
      Karşı Taraf (Davalı) : Zile Kaymakamlığı
      İstemin Özeti : Tokat İdare Mahkemesinin 15.10.2014 tarih ve E:2013/606, K-.2014/608 sayılı kararının; hukuka aykırı olduğu öne sürülerek, 2577 sayılı Yasanın 49'uncu maddesi uyarınca temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
      TÜRK MİLLETİ ADINA
      Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, dosyanın tekemmül ettiği görülmekle yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeyerek işin esasına geçildi, gereği görüşüldü:
      Dava, avukatlık mesleğini icra eden davacının, davalıların adres bilgisini öğrenmek için yapılan başvurunun reddine ilişkin Zile Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğü'nün 27.09.2013 tarih ve 3142 sayılı işleminin iptali ve bu işlemin dayanağı olan 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunun 44'üncü maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi ile 3. ve 4. fıkralarının Anayasaya aykırı olduğundan bahisle itiraz yoluyla dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesi istemiyle açılmıştır.
      Tokat İdare Mahkemesince, dava konusu işlemin dayanağı olan anılan kanun hükümlerinin anayasaya aykırı olmadığına dair Anayasa
      Mahkemesi'nin 11.09.2014 tarih ve E:2014/76 K:2014/142 sayılı kararına istinaden davanın reddine karar verilmiştir.
      Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek mahkeme kararının bozulması istenilmektedir.
      Anayasanın, "Hak Arama Hürriyeti" başlıklı 36'mcı maddesinde, "Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir." hükmüne yer vermiştir.
      Öte yandan, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkı başlıklı 6'ncı maddesinde, "Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, kamuya açık olarak ve makul bir süre içinde görülmesini isteme hakkına sahiptir." ifadesine yer verilmiş, mahkemeye erişim hakkının adil yargılanma hakkının bir unsuru olduğu İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (AİHM) içtihatlarıyla da istikrar kazanmıştır.
      Dosyanın incelenmesinden; avukatlık mesleği icra etmekte olan davacının, müvekkili olan kişiler adına Turhal Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı tapu iptali, tescil, tazminat ve ihtiyati tedbir istemli E.2013/607 sayılı dava dosyasında, davalı konumunda bulunan kişilerin dava dilekçesinde belirtilen adreslerine yapılan tebligatların iade edilmesi üzerine anılan Mahkeme tarafından davacıya çıkarılan muhtıra ile ; "davalıların tebligata yarar açık adreslerini bildirmek üzere 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun'un 119/2. maddesi uyarınca bir haftalık kesin süre verildiği, bu süre içerisinde eksikliğin tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılacağına karar verileceği" hususunun ihbar edildiği, davacı tarafından, anılan Mahkeme muhtırası da eklenmek suretiyle davalıların tebligata yarar açık adreslerinin tarafına bildirilmesi istemiyle Zile Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğü'ne başvurudabulunulduğu, anılan başvurunun 5490 sayılı Kanun'un 44'üncü maddesi (g) bendi ile aynı maddenin 3. ve 4. fıkralarında yer alan düzenlemeler gereğince, istemiş olduğu belgeler için vekillik belgesi sunulmadığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı, mahkemece anılan kanun hükümlerinin anayasaya aykırılığı ileri sürülerek Anayasa Mahkemesi'ne gönderildiği, ancak Anayasa Mahkemesi'nin 11.09.2014 tarih ve E:2014/76, K:2014/142 sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmesi üzerine, dava konusu işlemin dayanağı olan kanun hükmünün anayasaya uygun olduğundan bahisle davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
      Somut uyuşmazlıkta, davacının dilekçedeki davalı adres bilgilerine ilişkin eksiklerin tamamlanması için kendisine mahkemece kesin süre verilmesi ve bu süre sonunda söz konusu eksikliğin giderilmemesi halinde davanın açılmamış sayılacağı sonucuyla muhatap olması ihtimali karşısında, söz konusu adres bilgilerine erişimin hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmakta olup, avukat olan davacının davalıların adres bilgilerini öğrenmek için yaptığı başvurunun reddine ilişkin Zile Kaymakamlığı İlçe Nüfus Müdürlüğü'nün 27.09.2013 tarih ve 3142 sayılı işleminde hukuka uygunluk bulunmadığı anlaşılmaktadır.
      Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Tokat İdare Mahkemesi'nin 15.10.2014 tarih ve E:2013/606, K:2014/608 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan mahkemeye gönderilmesine, 09.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

      28 Aralık 2016 Çarşamba

      SİGORTALILIĞIN İPTALİ-SGK HATALI İŞLEMLER-SGK SİGORTALILIĞI İPTAL EDEMEZ

      21. Hukuk Dairesi         2015/21073 E.  ,  2016/543 K.
      "İçtihat Metni"


      Davacı, hizmet süresinin tespiti ile Kurum tarafından kabul edilmeyen 06.09.1993-28.07.1997 tarihleri arasında Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitine, 01.04.2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığı bağlanmasına, ödenmeyen aylıkların faiziyle tahsiline karar verilmesini istemiştir.
      Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin reddine karar vermiştir.
      Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

      K A R A R

      Davacı, davalı Kurum tarafından iptal edilen 06.09.1993-28.07.1997 tarihleri arasında 1479 sayılı Yasa'ya tabi sigortalılık sürelerinin tespit ve tescili ile 01.04.2011 tarihinden itibaren yaşlılık aylığına hak kazandığının tespitini talep etmiştir.
      Mahkemece,ilamda yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiştir.
      Uyuşmazlık, davacının ihtilaf konusu dönemde 1479 sayılı Kanuna tabi sigortalı olarak kabul edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
      01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar (Bağ-Kur) Kanunu’nun 24. ve 25. maddelerinde “…kendi adına ve hesabına çalışanlar olarak nitelendirilen bağımsız çalışanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına yazılı olan gerçek kişiler...”; “meslek kuruluşuna yazılarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren” zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılmışken, anılan maddelerde 19.04.1979 gün ve 2229 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılarak, “kendi adına ve hesabına” çalışma koşulu ve belirtilen nitelikte çalışmaya başlama tarihi sigortalılık niteliğini kazanmak için yeterli kabul edilmiştir.
      20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemede ise, kendi adına ve hesabına çalışma koşuluna ek olarak “...gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar” için mükellefiyetin başlangıç tarihinden, “kendi adına ve hesabına bağımsız olarak çalışmakla beraber gelir vergisinden muaf olanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar” kayıt oldukları tarihten itibaren sigortalı kabul edilmişler, bununla birlikte 1479 sayılı Kanuna 2654 sayılı Kanun ile eklenen Ek Geçici 13. madde ile, “...sigortalılık niteliği taşıdıkları halde bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar kayıt ve tescilini yaptırmamış olanların her türlü hak ve mükellefiyetleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği (20.4.1982) tarihinde” başlayacağı düzenlenmiştir.
      1479 sayılı Bağ-Kur Kanununda 22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte ise, bu kez; “gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, kayıtlı bulunanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıtlı bulunanlar” dan, gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyetin başlangıç tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlar ile vergi kaydı bulunmayanlar da Siciline veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıt oldukları tarihten itibaren kendiliğinden sigortalı sayılmışlardır.
      619 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen düzenlemelerin, anılan KHK’nin Anayasa Mahkemesince iptalinden sonra 4956 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle bu kez; gerçek ve basit usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyet tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlardan Sicili ile birlikte kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıt olanlar ise, talep tarihinden itibaren zorunlu sigortalı olarak kanun kapsamına alınmışlardır.
      Gerçekten, 01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Kanunun 24. maddesine göre; bir kimsenin, zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olması için, meslek kuruluş kaydı ile birlikte, kendi adına ve hesabına bağımsız çalışması gerekmekte iken 20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanunun 6.maddesi ile değişik 1479 sayılı Kanunun 24.maddesinde, zorunlu Bağ-Kur sigortalısı olmak için, ticari kazanç veya serbest meslek kazancı dolayısıyla gerçek veya götürü usulde gelir vergisi mükellefi olması, gelir vergisinden muaf olanlarında meslek kuruluşuna kayıtlı olması hükmü yer almaktadır.
      Görüldüğü üzere; 20.04.1982 tarihinde yapılan değişiklikle; değişiklikten, önceki mevzuatın öngördüğü koşullara sahip olan sigortalıların, sigortalılıklarına son vermemekte; değişikliğin yürürlüğe girdiği, 20.04.1982 tarihinde, Bağ-Kur’a yeni kayıt ve tescil edilecekler için yeni düzenlemeler öngörmektedir. Tersinin kabulü, kazanılmış hakları ortadan kaldırmak olur ki, bu durumun kabulüne, yasaca ve hukukça olanak olmadığı ortadır. Kaldı ki, 2654 sayılı Kanunun 6. maddesi ile 1479 sayılı Kanunun 24. maddesinde yapılan değişiklikte, vergi mükellefi olmayan vergiden muaf olanlardan, kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıtlı olanların da, zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılacağı açıktır.
      Somut uyuşmazlığın incelenmesinde, davacının dava konusu 06.09.1993-28.07.1997 tarihleri arasında vergi,oda veya sicil kaydının bulunmadığı, 15.02.1991 tarihinde davacı tarafından ibraz edilen giriş bildirgesine istinaden 02.02.1991 tarihinde başlayan vergi kaydı uyarınca 02.02.1991 tarihi itibariyle kayıt ve tescilinin yapıldığı, 28.07.1997 tarihinden itibaren isteğe bağlı sigortalı olduğu, 1998/920 esas sayılı icra dosyasından 73.351.720 TL asıl, 23.785.690 faiz, toplam 97.137.410 TL prim borcu olduğu bildirildiği, davacının bu prim borcunu ödediği, söz konusu icra yoluyla yatırdığı primlerin 1993/3-1998/11. döneminde Bağ-kur sigortalılık süresini kapsadığı, 28.03.2011 tarihli tahsis talebinin yaş ve sigortalılık süresinin dolmaması nedeniyle reddedildiği anlaşılmaktadır.
      Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında, davacının dava konusu dönemde vergi kaydının bulunmaması nedeniyle zorunlu sigortalılık koşullarını taşımadığı açıktır. Bununla birlikte, davacıyı kendi hatalı işlemi nedeniyle yıllarca sigortalı sayan Kurumun, davacıya sigortalı olduğu inancı ve güvenini verdikten ve uyuşmazlık konusu döneme ilişkin primleri icra yolu ile tahsil ederek uyuşmazlık çıkarmaksızın uzun süre kullandıktan sonra sigortalılık sürelerini iptalinin kabulünün mümkün bulunmadığı aksine, özellikle davacının hatalı tescil işleminde ve yaşlılık aylığı talep ettiği tarihe kadar Kurumu yanıltıcı davranışı; gerçeğe aykırı belge ibrazı veya gerçek durumu saklama yönünde beyan veya davranışının iddia ve ispat edilememiş olması ve davacının iyiniyetle ve sigortalı olduğu inancıyla 1479 sayılı Kanun uyarınca Kuruma prim ödemesinde bulunması karşısında, iyiniyetinin korunması ve davacının uyuşmazlık konusu dönemde sigortalı sayılması gerekmektedir.
      Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01.10.1997 gün ve 1997/10 E. 1997/758 K.; 23.05.2001 gün ve 2001/21-420 E. 2001/430 K.; 26.11.2008 gün ve 2008/21-693 E. 2008/713 K. ile 11.11.2009 gün ve 2009/10-412 E. 2009/510 K. sayılı kararlarında da aynı prensipler benimsenmiştir.
      Somut olayda; davacının tespiti istenen süreyi icra yoluyla 1998 yılına kadar yatırdığı, bu nedenle 06.09.1993-28.07.1997 tarihleri arasında 1479 sayılı Yasa'ya tabi zorunlu sigortalılığına geçerlilik tanınarak yaşlılık aylığı koşullarının özürlü çocuğunun da durumunun değerlendirilmek suretiyle araştırılması ve bu hususta karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.
      Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
      O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.
      SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine 22.01.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.

      25 Aralık 2016 Pazar

      İCRA İFLAS HUKUKU ŞİKAYETE GENEL BAKIŞ

                                                Şikâyet


      Şikâyet, İcra Hukuku’nda başvurabileceğimiz iki muhalefet yolundan birisidir.

      Şikâyet, özel bir kanun yoludur. Şikâyet durumunda yapılan işlemi bir üst makama bildirmemiz

      gerekmektedir.

      Şikâyet ve şartlar


      Madde 16- Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere icra ve iflâs dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikâyet olunabilir. Şikâyet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır.

      Bir hakkın yerine getirilmemesinden veya sebepsiz sürüncemede bırakılmasından dolayı her zaman şikâyet olunabilir.

      Şikâyet talî bir kanun yoludur. Somut olayda başvurabileceğimiz başka bir hukukî çare varsa,

      öncelikle şikâyet dışındaki hukukî çareye başvurmamız gerekmektedir. Eğer ki şikâyet dışında bir

      kanun yoluna başvurma imkânı yoksa bu durumda genel muhalefet yolu olarak şikâyete başvurmamız gerekmektedir.

      Şikâyet talî ve özel kanun yoluna her türlü icra ve iflâs organının işlemlerine karşı

      başvurulabilir. İflâs idaresinin işlemlerine karşı da şikâyet kanun yoluna başvurulabilir.

      Şikâyet, yapılan işlemin hukuka aykırı olması ya da olaya uygun olmaması hâlinde başvurulan

      bir kanun yoludur.

      Şikâyeti icra mahkemesine yapmamız gerekmektedir.

      Şikâyet, işlemleri şikâyet etmek isteyen ilgili tarafından yapılan muamelelerin öğrenildiği

      tarihten itibaren 7 gün içinde yapılır. Şikâyet sürenin başlaması bakımından işlemin yapıldığı tarih

      değil, işlemin ilgili tarafından öğrenildiği tarih esas alınmaktadır.

      İİK m. 16/II’deki şikâyet sebepleri, süresiz olarak şikâyete tâbidir. Fakat bu durumda bile

      mantığın gerektirdiği azamî bir sınır vardır. Örneğin, takip bitti ve üzerinden de uzunca bir zaman

      geçti. Bu aşamadan sonra şikâyet sebebi süresiz olarak ileri sürülebilse de, şikâyet etmenin bir anlamı

      ya da yararı kalmamış olabilir.

      Şikâyet sebepleri


       Tesis edilen işlemin kanuna uygun olmaması

       Yapılan işlemin hadiseye uygun olmaması ilgili tarafından öğrenilmesi ile başlayacak 7 günlük süre

       Hakkın yerine getirilmemesi

       İşlemin sebepsiz olarak sürüncemede bırakılması herhangi bir süre ile bağlı olmaksızın şikâyet hakkı kullanılabilir

      Şikâyet icra dairesine yapılmaz. Şikâyet icra mahkemesine yapılır.



      İcra mahkemesi şikâyet talebini aldıktan sonra şikâyet sebeplerini inceleyecektir. İcra

      mahkemesi bu inceleme sonucunda, şikâyet sebebini yerinde bulursa üç şekilde karar verebilir. İcra

      mahkemesi zaten şikâyet sebebini yerinde bulmazsa, şikâyeti reddedecektir.

      Şikâyet sebebinin yerinde bulunması sonucu icra mahkemesinin vereceği karar tipleri;

      1. İcra organı tarafından tesis edilen işlemi iptal edebilir.

      2. İcra organı tarafından tesis edilen işlemi düzeltebilir.

      3. İcra organı tarafından tesis edilmemiş olan işlemin tesis edilmesi emrinde bulunabilir.

      Şikâyet üzerine yapılacak muameleler

      Madde 17- Şikâyet icra mahkemesince, kabul edilirse şikâyet olunan muamele ya bozulur yahut düzeltilir.

      Memurun sebepsiz yapmadığı veya geciktirdiği işlemlerin icrası emrolunur.



      Şikâyetin Konusu


      Şikâyetin konusu icra ve iflâs dairesi memurları tarafından tesis edilen takip hukuku işlemlerdir.

      İcra ve iflâs organı nitelemesi geniş şekilde, her türlü icra ve iflâs organını içine alacak şekilde geniş bir biçimde anlamamız gerekmektedir.

      Şikâyet özel kanun yoluna başvurabilmemiz için somut bir işlemin tesis edilmesi ya da talebe

      rağmen böyle bir işlemin tesis edilmemiş olması gerekmektedir. Örneğin, icra müdürünün bir konuda

      görüş belirtmesi şikâyet konusu yapılamaz. Şikâyet muhalefet yoluna başvurabilmemiz için somut

      olarak bir işlemin yapılması, yapılmaması ya da yapılan işlemin yanlış yapılmış olması gerekmektedir.

      İflâs idaresinin işlemlerine karşı da şikâyet muhalefet yoluna başvurulması mümkündür.

      Şikâyet Sebepleri


      İİK m. 16/I ve II’de düzenlenmiş olmak kaydıyla, toplamda dört şikâyet sebebi vardır.

      İİK m. 16/I’de yer alan şikâyet sebepleri bir süreye bağlanmıştır. Süre, ilgilinin işlemi

      öğrenmesinden itibaren 7 günü kapsamaktadır. İİK m. 16/II’deki şikâyet sebeplerinin varlığında ise, her

      zaman şikâyet hakkımızı kullanabiliriz. Şikâyet sebeplerini inceleyecek olursak;

      I. İşlemin kanuna aykırı olması: Bu şikâyet sebebi aslında genel şikâyet sebebi olarak

      düzenlenmiştir. Daha sonraki maddelerde zikredeceğimiz şikâyet sebepleri ise, aslında bu

      maddenin daha özel hâlleridir. Kanuna aykırılığı geniş anlamak gerekmektedir. Her türlü

      kanun bu kapsamda şikâyet sebebi olarak değerlendirilebilir. Ayrıca teamül kurallarını da bu

      şikâyet sebebi bakımından kanun nitelemesi içerinde değerlendirmek gerekmektedir. Örnek,

      hacizli malların ihale yolu ile satışı durumunda, icra müdürünün bu durumu önceden ilân

      etmesi gerekmektedir. Zaten ihalenin alenî olması gerekmektedir. Çünkü ihale sonucu bu

      aleniyete göre değişecek ve hatta belirlenecektir. İcra müdürü eğer ki kanunî düzenlemeye

      rağmen ilân yapmadan satışı gerçekleştirmiş ise bu durum kanuna aykırılık teşkil edecek ve

      şikâyet kanun yoluna başvurulması gerekecektir.

      II. İşlemin hadiseye uygun olmaması (işlemin hadiseye uygun olmaması için icra

      müdürünün bir takdir yetkisi olması gerekmektedir): İcra müdürünün söz konusu olaya

      ilişkin olarak bir takdir yetkisi yoksa bu durumda zaten söz konusu işlemin hadiseye uygun

      olmaması da düşünülemez. İşlemin hadiseye uygun olmaması şikâyet sebebinin

      gerçekleşmiş sayılabilmesi için, icra müdürünün mutlaka somut olaya ilişkin olarak takdir

      yetkisi olması gerekmektedir. Örneğin, icra müdürü maaş ve ücret hacizlerini yaparken,

      borçlu ve ailesinin geçimi için gerekli olan miktarı takdir edecektir. İcra müdürü eğer ki bu

      aşamada bir hata yaparsa, işlemin hadiseye uygun olmaması şikâyet sebebine göre işlem

      yapılması gerekmektedir. Şikâyete konu olayda icra müdürünün takdir yetkisi yoksa,

      işlemin hadiseye uygun olmaması şikâyet sebebinin gerçekleşmesi olasılık dâhilinde

      değildir.

      III. Bir hakkın yerine getirilmemesi: Süreye bağlı olmayan bir şikâyet sebebidir. Meselâ,

      alacaklı olarak İİK m. 58’e göre takip talebimizi hazırladık ve takip talebimizi icra

      dairesine, icra müdürüne verdik. İcra müdürü, bu durumda 3 gün içerisinde ödeme emrini

      hazırlamalı ve borçluya tebliğ etmelidir. İcra müdürü bizim takip talebimizi almıyorsa ya da

      takip talebimizi almasına rağmen işleme koymuyorsa, bu durumda bir hakkın yerine

      getirilmemesi şikâyet sebebinin gerçekleştiği aşikârdır.

      IV. Bir hakkın sebepsiz olarak sürüncemede bırakılması: İcra müdürünün hareket etme ve

      görevini ifa etme yükümlülüğüne aykırı davranması hâllerinde söz konusu olur. Meselâ,

      takip talebimizin İİK m. 58’e uygun olarak hazırlanmasına rağmen, icra müdürünün takip

      talebini 3 gün içinde hazırlayıp borçluya tebliğ etmemesi durumunda, icra müdürü

      hakkımızı sebepsiz olarak sürüncemede bırakmış sayılacaktır. İcra müdürünün haciz

      talebinden sonra başlayacak 3 gün içerisinde haciz işlemini gerçekleştirmesi gerekmektedir.

      Haciz talebi yapıldıktan sonra icra müdürünün hacze gitmemesi, yine bu şikâyet sebebine

      örnek teşkil etmektedir.

      Şikâyetin Tarafları


      Şikâyet birçok kitapta özel bir kanun yolu olarak düzenlenmiştir. Bundan dolayı şikâyetin bir

      dava yolu olarak algılanması gerekmektedir. Şikâyet geçen sene öğrendiğimiz ve alışılagelmiş bir dava

      değildir. Şikâyetin taraflarına bundan dolayı davacı ve davalı denmesi doğru değildir. Şikâyetin

      taraflarına şikâyet eden ve şikâyet edilen denmektedir. Şikâyet teknik anlamda bir dava değildir.

      Şikâyet eden borçlu ya da alacaklı olabileceği gibi, üçüncü bir kişide olabilir. Üçüncü kişinin de

      bazı hâllerde şikâyet hakkı vardır. Örneğin, üçüncü kişi olan (C)’nin yanlışla malları haczedilmiş

      olabilir. (B)’nin borcundan dolayı (C)’nin malları haciz edilmişse, bu durumda (C)’nin şikâyet etme

      hakkı vardır. Üçüncü kişinin bir hakkı ihlâl edilmedi ise, bu durumda şikâyet hakkından

      yararlandırılması düşünülemez.

      Şikâyet icra ve iflâs organları tarafından yapılmış olan icra takip işlemlerine karşı başvurulan

      bir muhalefet yoludur. Bundan dolayı şikâyet edilen taraf, icra ya da iflâs organıdır. İcra dairesinin

      tüzel kişiliği yoktur. Acaba tüzel kişiliği olmayan icra dairesinin şikâyet edilen taraf olarak gösterilmesi mümkün müdür? Bu konuya ilişkin olarak Türk Hukuk Doktrini’nde tartışma mevcuttur. Birinci görüş,

      Türk Hukuku’nda icra dairesi şikâyet edilen taraf olamaz.

      İkinci görüş ise, icra dairesi taraf olamaz.

      Fakat bu durumda icra dairesini ve yapılan icra takip işlemi kimin lehine ise, o işlem tarafı ile birlikte

      icra dairesinin taraf olması gerektiğini savunmaktadır. Birinci görüşe göre icra dairesinin şikâyetin

      tarafı olması mümkün değildir. Şikâyet durumunda, ilk görüşe göre, icra dairesinin yerine, icra takip

      işlemi kimin lehine olarak yapılmışsa, tek başına taraf sıfatına sahip olan kişi de lehine işlem yapılan

      kişidir. Örneğin, (B) şikâyet kanun yoluna başvurmak istemektedir. Olayımızda yapılan icra takip

      işlemi de (A)’nın lehinedir. Bu durumda (B) şikâyet edendir. Karşı taraf olarak (birinci görüşü kabul

      ettiğimiz hâl için) icra dairesinin gösterilmesi mümkün değildir. Fakat birinci görüşe göre, işlem lehine

      tesis edilen kişi (A)’dır ve bundan dolayı da şikâyet edilen taraf (A) olacaktır. Şikâyet konusu işlem

      icra dairesi tarafından tesis edilmesine rağmen, bu işlemin tesisi ile hiç ilgili olmayan birisinin şikâyet

      edilmesi konusunda birinci görüş tenkit edilmektedir. Şikâyet sonucu, icra mahkemesi tarafından

      olumlu bir karar verilmiş olsa dahi bu kararın eda edilmesi ya da edilmemesi (A)’nın elinde/ihtiyarında

      değildir. Verilmiş olan olumlu kararın yine icra dairesi tarafından yerine getirilmesi gerekmektedir.

      İkinci görüşe göre ise, hem icra dairesini ve hem de işlem lehine tesis edilen kişiye karşı birlikte

      şikâyette bulunmamız gerekmektedir. Örneğimize göre, (B)’nin hem (A)’yı ve hem de işlemi tesis eden

      icra dairesini şikâyet edilen taraf olarak göstermesi gerekmektedir. İkinci görüşü Kuru Hoca

      savunmaktadır.

      Yargılama usulleri:


      Madde 18 – (Değişik: 18/2/1965 - 538/11 md.)

      (Değişik birinci fıkra: 2/7/2012-6352/6 md.) İcra mahkemesine arzedilen hususlar ivedi işlerden sayılır ve bu işlerde basit yargılama usulü uygulanır. Şu kadar ki, talep ve cevaplar dilekçe ile olabileceği gibi icra mahkemesine ifade zaptettirmek suretiyle de olur.

      (Değişik üçüncü fıkra: 17/7/2003-4949/4 md.) Aksine hüküm bulunmayan hâllerde icra mahkemesi, şikâyet konusu işlemi yapan icra dairesinin açıklama yapmasına ve duruşma yapılmasına gerek olup olmadığını takdir eder; duruşma yapılmasını uygun gördüğü takdirde ilgilileri en kısa zamanda duruşmaya çağırır ve gelmeseler bile gereken kararı verir.

      Duruşma yapılmayan işlerde icra mahkemesi, işin kendisine geldiği tarihten itibaren en geç on gün içinde kararını verir.

      Duruşmalar, ancak zorunluluk hâlinde ve otuz günü geçmemek üzere ertelenebilir.


      Hangi görüşü benimsersek benimseyelim yine de İİK m. 18/III’ün uygulanması gerekmektedir.

      Şikâyet konusu hakkında, işlemi tesis eden icra dairesinin mutlaka dinlenilmesi gerekmektedir.

      İcra mahkemesi, şikâyet konusu hakkında karar vermeden önce mutlaka İİK m. 18/III uyarınca

      işlemi tesis eden icra dairesinin görüşünü almalıdır. İcra mahkemesi, icra dairesinin görüşünü almadan önce, icra dairesi şikâyete konu olan işlemini düzeltebilir, yerine getirebilir ya da yanlış tesis edilmiş işlemi iptal edebilir mi? Bu konuda doktrinde bir tartışma mevcuttur. İİK m. 18/III’te yer alan görüş alanına kadar, icra dairesi yaptığı işlemi düzeltebilir. Fakat icra dairesi İİK m. 18/III’e uygun olarak görüş verdikten sonra artık bu düzeltmeyi yapamaz. Yargıtay ise, şikâyet prosedürü başladıktan sonra hiçbir şekilde icra dairesinin düzeltme yapamayacağına ilişkin görüş beyan etmiştir.


      Şikâyet Süresi


      Şikâyete ilişkin olarak iki süre düzenlenmiştir. İİK m. 16/I’e göre şikâyet süresi, işlemin

      tesisinin ilgili tarafından öğrenilmesinden itibaren 7 günlük bir süre düzenlemiştir. 7 günlük süre

      işlemin yapıldığı tarihten itibaren değil, işlemin ilgili tarafından öğrenildiği tarihten itibaren

      başlamaktadır.

      İcra mahkemesi, şikâyetin süresi içerisinde yapılıp yapılmadığını re’sen inceleyecektir. Bu

      bağlamda icra mahkemesi şikâyet edenin beyanı ile bağlıdır. Yani şikâyet eden işlemi hangi tarihte

      öğrendiğini beyan ediyorsa, icra mahkemesi için bu beyan bağlayıcıdır. İcra mahkemesi, kendisine

      beyan edilen süreyi doğru kabul ettikten sonra, şikâyetin süresinde yapılıp yapılmadığını kontrol

      edecektir. İcra mahkemesi, kişinin işlemi öğrendiği tarihin doğru olup olmadığını araştırmamaktadır.

      Eğer ki karşı taraf itiraz ederse, bu durumda icra mahkemesi, işlemin tesis edildiği süreyi öğrenme

      hâlinin beyan edilen tarih olup olmadığını inceleyecektir.

      Karşı taraf itiraz etmediği sürece, icra mahkemesi öğrenme tarihinin doğru olup olmadığını

      re’sen inceleyemeyecektir. İcra mahkemesi beyandan itibaren sürenin dolup dolmadığını her hâlde

      re’sen inceleyecektir.

      İİK m. 16/II’de süresiz şikâyet sebepleri düzenlenmiştir.

      Şikâyet İçin Yetkili Merci


      Şikâyet bir kanun yolu gibidir. Şikâyet için, işlemin tesis edildiği yer icra dairesinin bulunduğu

      yer icra mahkemesi yetkidir. İcra dairesine yapılan şikâyet geçersizdir. İcra dairesine yapılan

      şikâyetlerin icra mahkemesine iletilmesi durumu söz konusu değildir. İcra dairesine yapılmış olan

      şikâyetler bundan dolayı etkisiz kalacaktır.

      Şikâyet için işlemin tesis edildiği yer icra mahkemesine başvurulabileceği gibi diğer yer icra

      mahkemelerine de başvurmamız mümkündür. Fakat işlemin tesis edildiği yer icra mahkemesi dışında

      bir icra mahkemesine şikâyet dilekçesini vereceksek; bu durumda gerekli harç ve masrafları da

      yatırmamız gerekmektedir.

      Eğer ki haczin istinabe yolu ile yapılması söz konusuysa ve istinabeyi gerçekleştiren icra dairesi

      bu konuda herhangi bir hata yapmışsa, bu durumda istinabeyi gerçekleştiren yer icra mahkemesine de

      şikâyet talebimizi iletebiliriz.

      Şikâyet Prosedürü


      Şikâyetin yazılı olarak yapılması gerekmektedir. Fakat şikâyet sözlü ve tutanağa geçirilip altı

      imzalanmak kaydı ile de yapılabilir.

      Şikâyet harca tâbidir.

      Şikâyetin süresinde yapılıp yapılmadığı hesaplanırken, harcın yatırıldığı tarihin esas alınması

      gerekmektedir. Harcın ödenip ödenmediğini icra mahkemesi re’sen gözetecektir. Harcın ödenmemesine rağmen dilekçe icra mahkemesinin önüne gelmişse, bu durumda şikâyet süresinde yapılmamış kabul edilecektir.

      Şikâyet basit yargılama usulüne göre görülen işlerdendir. Hukukumuz iki yargılama usulü

      vardır; yazılı yargılama ve basit yargılama. Yazılı yargılama layihalar teatisinin dört aşamadan oluştuğu yargılama türüdür. Basit yargılama iki dilekçe ile yapılmaktadır. Basit yargılama bundan dolayı daha hızlıdır.

      İcra mahkemesi, şikâyet dilekçesini incelerken basit yargılamayı uygulamaktadır.

      İcra mahkemesinde görülün şikâyet talebi ivedi işler arasında yer almaktadır. Bundan dolayı

      adlî tatilde de bu işlemlerin yapılması gerekmektedir.

      İcra hâkimi şikâyet dilekçesindeki sebepler ile bağlı mıdır? Yoksa şikâyet dilekçesinde

      dermeyan edilmeyen sebepleri de icra hâkiminin kendiliğinden araştırması mümkün müdür? Bu

      durumda iki görüş vardır. İlk görüşe göre hâkim tarafların talepleri ile bağlıdır. İkinci görüş ise, hâkim her türlü sebebi re’sen araştırır. İcra Hukuku’nda şeklilik ilkesi esastır. Bundan dolayı da taleple bağlılık ilkesi daha makûl görünmektedir. Fakat kamu düzeninin gerektiği hâllerde hâkim şikâyet sebebini re’sen gözetebilir.

      Kambiyo senetlerine istinaden takip yapıldığında şikâyet süresi 5 gündür. Kambiyo senedine

      ilişkin olarak icra takibi yapılabileceği gibi iflâs takibi de yapılabilir. Kambiyo senedine dayalı olarak

      iflâs takibi yapıldığında şikâyet ticaret mahkemesi tarafından incelenir. Ortaklığın giderilmesi davası

      bakımından sulh hukuk mahkemesi görevlidir. Ortaklığın giderilmesine ilişkin olarak bir icra takibi

      başlatıldıysa ve bu duruma ilişkin bir şikâyet hâsıl olmuşsa, şikâyet bakımından yetkili merci icra

      mahkemesi değil, sulh hukuk mahkemesidir. Ortaklığın giderilmesine ilişkin bir prosedürde, İİK m.

      16’ya göre şikâyet yoluna başvuruluyorsa, yetkili ve görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesidir.


      İcranın durdurulması:


      Madde 22 – Şikâyet, icra mahkemesince karar verilmedikçe icrayı durdurmaz.

      Şikâyet ile itirazın birbirinden ayrıldığı en önemli nokta icranın durması konusudur. Bir icra

      takip işlemine karşı itiraz yoluna başvurulduğunda, itiraz işlemin icrasını kendiliğinden

      durdurmaktadır. İtiraz kendiliğinden takibi durdurmaktadır. İtiraz dilekçemizi verdiğimiz an takip

      durmuştur.

      Şikâyet icra prosedürünü kendiliğinden durdurmaz. İcra mahkemesi İİK m.22’ye göre karar

      vererek, takibin durması hakkında bir tespit yapabilir.

      Şikâyetin icrayı durdurması mümkündür. Fakat şikâyet icrayı kendiliğinden durdurmaz. Şikâyet

      icrayı ancak icra mahkemesi tarafından alınan karar sonucu durduracaktır. Fakat icra mahkemesi İİK

      m. 22’ye göre icra takibinin durmasına karar vermedi ise, bir yandan şikâyet prosedürü devam

      edecektir ve bir yandan da icra takibi devam edecektir.


      Şikâyetin Sonuçları


      Şikâyet talebi ya kabul edilir ya da reddedilir.

      Şikâyet talebimizin reddi, icra organı tarafından tesis edilmiş olan işlemin hukuka uygun

      olduğunu bize göstermektedir. İcra mahkemesi eğer ki İİK m. 22 uyarınca icra takibinin devamına

      karar verdi ise ve şikâyette reddedilmişse bu durumda bir sorun ile karşılaşılmaz. Zaten şikâyet talebi

      reddedildiği için takibin devam etmesi doğaldır. Eğer ki takip durduruldu ise ve şikâyet reddedildi ise, bu durumda icra takibinin kaldığı yerden devam etmesi gerekmektedir.

      Şikâyetin kabul edilmesi ile icra organı tarafından tesis edilmiş olan icra takip işlemlerinin

      hukuka aykırı olduğu ortaya çıkmış olacaktır. Yapılan işlem eğer ki hukuka aykırı ise, bu durumda İİK

      m. 17’ye göre üç sonuç doğacaktır (işlem iptal edilecektir, işlem düzeltilecektir ya da işlemin yapılması emrolunacaktır).

      Şikâyet haklı bulunmuşsa, İİK m. 22’ye göre takibin durdurulması hâlinde bir sorun ile

      karşılaşılmaz. Takip bu duruma rağmen devam etti ise ve şikâyet daha sonra kabul edildi ise bu ara

      dönemde yapılan işlemler (geçici işlemler) de şikâyetin kabul edilmesinden etkilenir ve yapılan

      işlemlerin duruma göre kaldırılmasına ve duruma göre de yenilenmesine karar verilir.

      İcra mahkemesinin şikâyet için verdiği kararı İİK m. 363’e göre temyiz etmemiz mümkündür.

      Şikâyette Yetki


      İcra ve İflâs Hukuku’nda bazı davalara icra mahkemeleri bakarken, diğer bazı davalara ise genel

      mahkemeler bakmaktadır. Ayrıca bazı hâllerde icra dairelerinin yetkili olması da söz konusudur. Genel

      mahkemeler ve icra mahkemelerinin hangi hâllerde yetkili olduğunu bize İİK m. 50 söylemektedir.7

      İcra Dairelerinin Yetkisi (İİK m. 50)

      Yetki ve itirazları:


      Madde 50 – (Değişik: 3/7/1940 - 3890/1 md.)

      Para veya teminat borcu için takip hususunda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun yetkiye dair hükümleri kıyas yolu ile tatbik olunur. Şu kadar ki, takibe esas olan akdin yapıldığı icra dairesi de takibe yetkilidir.

      Yetki itirazı esas hakkındaki itirazla birlikte yapılır. İcra mahkemesi tarafından önce yetki meselesi tetkik ve kati surette karara raptolunur.

      İki icra mahkemesi arasında yetki noktasından ihtilaf çıkarsa Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 25 inci maddesi hükmü tatbik olunur.

      Genel yetkili icra dairesi, takip borçlusunun, takibin başladığı andaki yerleşim yeri icra dairesi

      genel yetkilidir. İİK m. 50’ye özel yetki kuralları da geçerlidir.

      İcra daireleri bakımından da genel yetkili icra dairesi, özel yetkili icra dairesi ve kesin yetkili

      icra dairesi ayrımı yapılmaktadır. İcra Hukuku kapsamında da HMK m. 17 çerçevesinde yetki

      sözleşmesi yapılması mümkündür. Kesin yetkili icra daireleri bakımından yetki sözleşmesi yapılması

      mümkün değildir.

      Sözleşmeden doğan davalarda yetki


      MADDE 10- (1) Sözleşmeden doğan davalar, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinde de açılabilir.

      Yukarıda zikredilen madde 1086 sayılı Kanun’da da aynen düzenlenmişti ve fakat ikinci bir

      fıkra da vardı. Kanun koyucu bu maddenin ikinci fıkrasını yeni kanuna nakletmedi.

      Madde 10 – Dava, mukavelenin icra olunacağı veyahut müddeaaleyh veya vekili dava zamanında orada bulunmak

      şartiyle akdin vuku bulduğu mahal mahkemesinde de bakılabilir (1086 sayılı Kanun).

      1086 sayılı Kanun’a göre, yetkili mahkeme, sözleşmenin ifa yeri mahkemesi ya da davanın

      açıldığı tarihte davalının ya da vekilinin orada bulunması şartıyla sözleşmenin yapıldığı yer mahkemesi

      de yetkilidir. İkinci yetki kuralımız yeni kanuna nakledilmemiştir. Yeni kanuna göre yetki sadece

      sözleşmenin ifa yeri mahkemesidir.

      HMK m. 10’da görüldüğü gibi bir yetki kuralı düzenlenmiştir. Bu yetki kuralı sözleşmenin ifa

      yeri mahkemesini esas almıştır. HUMK m. 10 ise, ifa yeri mahkemesi ve sözleşmenin yapıldığı yer

      mahkemesi (davanın açıldığı tarihte davalının ya da avukatının orada bulunması şartı ile) yetkili

      kılınmış idi.



      İİK m. 50/I-c.2’ye göre sözleşmenin yapıldığı yer icra dairesinde de takip yapılması

      mümkündür. Bu düzenleme HUMK m. 10’u bize hatırlatmaktadır. Fakat İİK m. 50, HUMK m. 10’dan

      farklı olarak munzam şartı aramamıştır. İİK m. 50 munzam şartı bertaraf etmiştir.

      HMK henüz yürürlüğe girmeden, yani HUMK yürürlükte iken, İİK m. 50, HUMK m. 10’a ters

      düşmemektedir. Ama HUMK m. 10’da yer alan ikinci yetki düzenlemesini biraz rahatlatmakta,

      kolaylaştırmaktadır. Yani sözleşmenin yapıldığı yerde munzam şart aranmaksızın icra takibinin

      yapılabilmesi mümkündür. Demek ki, İİK m. 50, HUMK m. 10’da yer alan şartları kolaylaştırmış özel

      bir düzenlemedir.

      HMK m. 10’da ikinci bir yetki kuralı yoktur. İİK m. 50, HUMK m. 10’da yer alan ikinci yetki

      kuralı karşısında özel bir düzenlemeye sahip idi. Bundan dolayı ikinci yetki kuralının munzam şart

      aranmaksızın uygulanmasını doktrinde ve uygulamaca kabul edilmişti. Çünkü ikinci yetki kuralına

      ilişkin olarak İİK m. 50 özel bir düzenleme yapmıştır. HMK m. 10 düzenlemesi karşısında, acaba İİK

      m. 50’de yer alan munzam şart aranmayan özel yetki düzenlemesi acaba hâlâ uygulanabilir mi,

      uygulanamaz mı? İİK m. 50’nın uygulanması bakımından herhangi bir sorun ile karşılaşılmaz. Çünkü

      İİK m. 50 özel bir düzenleme hükmü niteliğindedir.

      Sözleşmenin ifa yeri icra dairesi, takip yapabilmemiz için yetkili yer icra dairesidir. Sözleşmede

      ifa yeri belirlendi ise bu durumda tarafların belirledikleri ifa yeri icra dairesi yetkilidir. Eğer ki

      sözleşmede taraflarca bir ifa yeri belirlenmemişse bu durumda TBK m. 89 hükmünün uygulanması

      gerekmektedir. TBK m. 89 borcun niteliğine göre çeşitli ayrımlar yapmıştır.

      TTK m. 755 gereğince kambiyo senedine ilişkin bir borcumuz varsa ve kambiyo senedine

      ilişkin bu borcumuzu talep ediyorsak, kambiyo senedi alacaklısı, kambiyo senedini, borçlunun yerleşim

      yerinde borçluya ibraz etmek zorundadır. Yani alacaklı borçlunun yerleşim yerine gidecek ve kambiyo

      senedini borçluya ibraz edecektir. Kambiyo senedi borçları aranacak borçlar arasında zikredilmektedir.

      Kambiyo senetlerinde ifa yeri borçlunun yerleşim yeridir. Bundan dolayı da yetkili icra dairesi,

      kambiyo senetleri bakımından borçlunun yerleşim yeri icra dairesidir.



      Mahkemeler ve icra dairelerinin yetkileri bakımından İİK m. 50 genel nitelikli bir düzenleme

      getirmiştir. İİK m. 50 sayesinde HMK’nın yetkiye ilişkin kurallarını uygulamamız mümkündür.

      İfa yerini belirleyebilmek için öncelikle tarafların iradelerine bakmak gerekmektedir. Tarafların

      iradeleri ile kararlaştırdıkları bir ifa yeri yoksa bu durumda TBK m. 89’a bakmamız gerekmektedir.

      İlâmsız takip ancak para ve teminat alacakları için yapılır. Bundan dolayı alacaklının yerleşim yeri para

      borçları bakımından ifa yeri olarak kabul edilmektedir.

      Kambiyo senetlerine ilişkin olarak TTK düzenlemesine göre, kambiyo senedinden doğan borç

      aranacak bir borç niteliğindedir. Kambiyo senedine ilişkin bir borç için, alacaklı, borçlunun yerleşim

      yerine gidecektir. Kambiyo senetlerinde, ifa yeri borçlunun yerleşim yeridir.

      İcra daireleri bakımından yetki sözleşmesinin yapılması mümkündür. Kesin yetkinin olmadığı

      hâllerde yetki sözleşmesinin yapılması mümkündür. Yani yetki sözleşmesi, özel ve genel yetkinin söz

      konusu olduğu hâllerde yapılabilir.

      Yetki sözleşmesini tacirler ve kamu tüzel kişiler yapabilir (HMK m. 17). Yetki sözleşmesinin

      yazılı olarak yapılması gerekmektedir. Yetki sözleşmesinde uyuşmazlık ve icra dairesinin belirli olması

      gerekmektedir.

      21 Aralık 2016 Çarşamba

      BORÇLAR HUKUKU AYIPTAN SORUMLULUK

                             SATICININ AYIPTAN SORUMLULUĞU





      GENEL OLARAK

      Satıcının alıcıya karşı satılanda bildirdiği nitelikler ile satılanın kullanım amacı bakımından değerini veya ondan beklenen faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan niteliklerin bulunmamasından doğan sorumluluğuna, ayıptan sorumluluk denir.

      TBK 219'a göre ; "Satıcı, alıcıya karşı herhangi bir surette bildirdiği niteliklerin satılanda bulunmaması sebebiyle sorumlu olduğu gibi, nitelik veya niteliği etkileyen niceliğine aykırı olan, kullanım amacı bakımından değerini ve alıcının ondan beklediği faydaları ortadan kaldıran veya önemli ölçüde azaltan maddi, hukuki ya da ekonomik ayıpların bulunmasından da sorumlu olur. 

      Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur."


      Satıcı bu ayıpları bilmese bile onlardan sorumludur. Ayıptan sorumluluğun doğması için satıcının kusurlu olması şart değildir.
      Ayıptan sorumluluk ilke olarak maddi mal (şey) satışlarında söz konusu olur hak satışlarında söz konusu olmaz. Bu nedenle alacağın devrinde (alacak satışlarında) ayıptan sorumluluğu ilişkin TBK 219 vd hükümleri değil alacak satışındaki ayıptan sorumluluğa ilişkin TBK 191-193 hükümleri uygulanır.

      AYIPTAN SORUMLULUĞUN ŞARTLARI


      1)Maddi şartlar

      A)Satılan şey ayıplı olmalıdır.

      Satılan şeyde satıcının bildirdiği bir nitelikte dürüstlük kuralına göre satılanda bulunması gereken bir niteliğin mevcut olmamasına "ayıp" denir.

      Ayıp objektif nitelikte olabileceği gibi subjektif nitelikte de olabilir. Ayıp satılan şeyin ilke olarak niceliği (kantitesi) ile değil, niteliği (kalitesi) ile ilgili bir kavramdır. ancak nicelik, şeyin niteliğine etkide bulunuyorsa bu nicelikteki eksiklik de ayıp sayılır. Mesela el dokuması halılarda düğüm sayısı (nicelik) halının niteliğini etkileyen bir niceliktir.

      Tüketicinin korunması hakkında Kanunun 8. maddesi ayıplı malı şöyle tanımlamıştır:

      TKHK m 8 ; "(1) Ayıplı mal, tüketiciye teslimi anında, taraflarca kararlaştırılmış olan örnek ya da modele uygun olmaması ya da objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan maldır.
      (2) Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda, internet portalında ya da reklam ve ilanlarında yer alan özelliklerinden bir veya birden fazlasını taşımayan; satıcı tarafından bildirilen veya teknik düzenlemesinde tespit edilen niteliğe aykırı olan; muadili olan malların kullanım amacını karşılamayan, tüketicinin makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar da ayıplı olarak kabul edilir.

      AYIP TÜRLERİ;


      Aslen ekonomik ayıp, maddi ayıp, ve hukuki ayıp olmak üzere 3'e ayrılır.
      Borçlar Kanunu, ile TKHK'ndaki düzenlemeye göre ayıp ayrıca: bildiren nitelikteki ayıp. ve bulunması gereken nitelikteki ayıp olmak üzere ikiye ayrılır. Ayıp başka açıdan da açık ayıp ve gizli ayıp ve gizlenmiş ayıp olmak üzere 3 e ayrılır.

      -Ekonomik Ayıp                  -Bildirilen Nitelikteki ayıp                         -Açık Ayıp
      -Maddi Ayıp                        -Bulunması gereken nitelikteki ayıp           -Gizli Ayıp
      -Hukuki Ayıp                                                                                           -Gizlenmiş Ayıp

      B)Alıcı bu ayıbı bilmemelidir.

      Alıcı sözleşmenin kurulduğu sırada ayıbı biliyor veya gerekli özeni göstermiş olsaydı bilecek durumda bulunuyorsa ise satıcı ayıptan sorumlu olmaz.

      MADDE 222- Satıcı, satış sözleşmesinin kurulduğu sırada alıcı tarafından bilinen ayıplardan sorumlu değildir. 
      Satıcı, alıcının satılanı yeterince gözden geçirmekle görebileceği ayıplardan da, ancak böyle bir ayıbın bulunmadığını ayrıca üstlenmişse sorumlu olur. 

      C) Alıcı ayıplı malı kabul etmemiş olmalıdır.

      Alıcı satılan şeyi ayıplarıyla birlikte kabul ederse ayıptan doğan haklarını kaybeder

      D) Ayıp, hasarın alıcıya geçmesinden önce mevcut olmalıdır.

      Satılandaki ayıp hasarın alıcıya geçmesinden önce ya da en geç hasarın geçtiği anda mevcut olmalıdır. Hasarın geçmesinden sonraki ayıplar özel olarak üstlenilmiş veya kasten gizlenmiş olanlar hariç alıcıya aittir


      2)AYIPTAN SORUMLULUĞUN ŞEKLİ ŞARTLARI

      Satıcının ayıptan sorumlu olması için maddi şartların yanında şekli şartların da gerçekleşmiş olması gerekir. Şekli şartlar, maddi şartların gerçekleşmesi halinde alıcının ayıptan doğan hakları kullanabilmesi için yerine getirmesi gereken şartlarıdır.


      aa) Satılanı gözden geçirme

      MADDE 223- Alıcı, devraldığı satılanın durumunu işlerin olağan akışına göre imkân bulunur bulunmaz gözden geçirmek ve satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse, bunu uygun bir süre içinde ona bildirmek zorundadır. 

      Tacir olmayan alıcılar özellikle tüketiciler belirli bir deneyim birikim ve uzmanlığa sahip olmadıkları için gözden geçirmede bunlardan istenecek-beklenecek özen derecesi daha hafif değerlendirilmelidir.

      Tacir alıcılar belirli bir deneyim birikim ve uzmanlığa sahip olup iş ve faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmek zorunda oldukları için daha titiz davranmak zorundadırlar.

      bb) Ayıbı bildirme

      Ayıp bildirimi hukuki bir işlem ya da irade beyanı değil, tek taraflı olarak satıcı veya vekiline yöneltilmesi ve varması gereken bir bilgi ya da düşünce açıklamasıdır.

      Alıcı yaptığı ayıp bildiriminde şeydeki ayıpları açık bir biçimde tanımlayıp belirtmeli ve satılan malı kabul etmeme iradesini satıcıya kesin bir ifadeyle belirtmelidir.

      Ayıbı bildirim geçerliliği hiçbir şekle tabi değildir. Ancak ispat aracı yönünden taahhütlü bir mektup veya noter kanalıyla ya da güvenilir elektronik imza kullanarak kayıtlı elektronik posta sistemi ile yapılması tavsiye edilir.
      Bildirimin süresi satışın çeşidine göre değişir. Ticari olmayan satışlarda bildirim süresi TBK m223 te düzenlenmiştir. Buna göre alıcı satılanda satıcının sorumluluğunu gerektiren bir ayıp görürse bunu uygun süre içinde ona bildirmek zorundadır. Uygun süre deyimi alıcının bulduğu (gördüğü) ayıbı satıcıya düzenli ve makul bir şekilde bildirmek için gerekli zamanı ifade eder. Alıcı bunu ihmal ettiği takdirde bunu kabul etmiş sayılır. Olağan bir gözden geçirmeyle ortaya çıkarılamayan bir ayıp özellikle gizli ayıp sonradan ortaya çıkarsa alıcı ayıbı satıcıya hemen bildirmek zorundadır.


      TBK m 224 hayvan satışlarında bildirim süresini hayvanın teslim alındığı veya almada temerrüt edildiği tarihten itibaren 9 gün olarak belirlemiştir.

      MADDE 224- Hayvan satışında satıcının sorumlu olacağı süre yazılı olarak belirlenmemiş ve ayıp da hayvanın gebeliğine ilişkin değilse satıcı, ancak ayıbın devrin yapıldığı veya alıcının devralmada temerrüdünün gerçekleştiği günden başlayarak dokuz gün içinde kendisine bildirilmesi ve ayrıca, hayvanın bilirkişilerce gözden geçirilmesinin aynı süre içinde yetkili makamdan istenmesi hâlinde sorumlu olur.



      TTK M23/1-C ticari satışlarda malın teslimi sırasında belli olan açık ayıplar için alıcıya iki günlük bildirim süresi tanımıştır. Buna karşılık açık olmayan ayıplarda bildirim süresi malın tesliminden itibaren 8 gündür.



      E) ZAMAN AŞIMI SÜRESİNE UYMA YÜKÜ:

      TBK 231 e göre satıcı daha uzun bir süre için üstlenmiş olmadıkça, satılanın ayıbından doğan sorumluluğa ilişkin her türlü dava hakkı, satılandaki ayıp daha sonra meydana çıksa bile satılanın alıcıya devrinden itibaren iki yıl geçmekle zaman aşımına uğrar. 2 yıllık süre yalnız taşınır satışlarında geçerli olup taşınmaz satışlarında bu süre 5 yıldır. Ayrıca 2 yıllık süre hem ticari hem de ticari olmayan (adi) satışlarında uygulanır.

      İster ayıp açık olsun ister gizli 2 yıllık süre ayıbın görülmesiyle değil malın alıcıya devriyle başlar.

      TBK 231 de öngörülen süreler hak düşürücü süreler değil gerçek anlamda zaman aşımı süreleridir.



      ALICI LEHİNE AYIPTAN DOĞAN HAKLAR: SEÇİMLİK HAKLAR:

      Ayıptan sorumluluğun şartları (maddi şartlar, şekli şartlar) gerçekleştiği takdirde TBK 227 kısmen, sınırlı da olsa alıcıya 4 türlü seçimlik hak tanımıştır bunlar:

      -Sözleşmeden Dönme
      -Ayıp oranında satış bedelinden indirim talep edilmesi
      -Satılanın ücretsiz olarak onarılması
      -Satılan şeyin ayıpsız benzeri ile değiştirilmesi


      Yukarıda belirtildiği gibi Kanunda alıcıya tanınmış olan seçimlik hakların kullanılması mutlak olmayıp bazı sınırlamalara tabi tutulmuştur bunlar:

      1/a) Her şeyden önce, TBK m227/3 e göre satıcı, alıcıya aynı malın ayıpsız bir benzerini hemen vererek ve uğradığı zararın tamamını gidererek seçimlik haklarını kullanmasını önleyebilir.

      1/b) Ayrıca durum alıcının sözleşmeden dönme hakkını kullanmasını haklı göstermiyorsa satıcının talebi üzerine hakim, satılanın onarılmasına veya satış bedelinin indirilmesine karar verebilir.

      1/c) Aynı şekilde TBK 228/2 ye göre satılan alıcıya yükletilebilen bir sebep yüzünden yok olmuş başkasına devredilmiş veya şekli değiştirilmiş ise dönme hakkını kullanamaz.

      1/d) Alıcı, ayıpla malı bilerek kullanmış veya tüketmiş ise ayıptan feragat etmiş sayılacağından bu halde de sözleşmeden dönemez.

      1/e)Nihayet, birden çok maldan veya birden çok parçadan oluşan bir mal birlikte satılmış olup da bunlardan bazılarının ayıplı çıkması halinde dönme, sözleşmenin tümü için değil ilke olarak yalnız ayıplı mal veya parçalar hakkında söz konusu olur

      1/f) Satılanın değerindeki eksiklik satış bedeline çok yakınsa, alıcı ya sözleşmeden döner ya da ayıpsız bir benzeriyle değiştirilmesini ister.

      SEÇİMLİK HAKLAR

      1) Sözleşmeden Dönme

      TBK 227/1 e göre alıcıya tanınmış olan seçimlik haklardan biri satılanı geri vererek sözleşmeden dönme hakkıdır.
       
      Alıcı dönme hakkını dava açmadan tek taraflı irade beyanı ile  kullanır. Sözleşmeden dönme taraflar arasında bir tasfiye ve geri verme ilişkisi kurar. Dolayısıyla taraflar birbirlerinden daha önce almış olduklarını geri vermekle yükümlüdürler.

      1/A) ALICININ BORÇLARI

      1/aa) Alıcının satılanı geri verme borcu
      1/bb) Alıcının elde ettiği yararları geri verme borcu
       

      1/B) SATICININ BORÇLARI

      1/aa) Satıcının satış bedelini faizi ile birlikte geri verme. yargılama giderlerini ödeme ve zararları giderme borcu

      2) Ayıp Oranında Satış Bedelinden İndirim İsteme Hakkı

      Alıcının satış bedelinden indirim isteyen tek taraflı irade beyanı satıcının hakimiyet alanına ulaştığı anda hüküm ve sonuçlarını kendiliğinden doğurur. Bunu satıcının kabul etmesine gerek yoktur.

      Satış bedelinde yapılacak indirim hakkında üç hesaplama yöntemi vardır. Bunlar. mutlak yöntem. tazminat yöntemi ve nispi yöntemdir.

      3) Satılanın ayıpsız benzeri ile değiştirilmesini isteme hakkı

      TBK 227/1-4 e göre imkan varsa alıcı dönme veya indirim hakkını kullanacak yerde satılanın ayıpsız bir benzeri ile değiştirilmesini satıcıdan isteyebilir. Bu hak daha çok çeşit özellikle de misli şey satışlarında söz konusu olur.

      Buna karşılık parça satışlarında satılan mal belirli olduğu  ve bir benzeri de bulunmadığı için bu hüküm uygulanamaz.

      4) Satılanın ücretsiz olarak onarılmasını isteme hakkı

      Alıcı bütün giderleri satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz olarak onarılmasını isteme hakkına sahiptir. Ancak bunun içinde yapılacak giderin aşırı olmaması gerekmektedir.

      TKHK'da da ücretsiz onarım isteme hakkı 11/2 de bahsedilmiştir.


      AYIPTAN SORUMLULUĞU KISITLAYAN VEYA KALDIRAN ANLAŞMALAR

      Ayıptan sorumluluğu düzenleyen hükümler düzenleyici hükümlerdir. Taraflar aralarında yapacakları bir sorumsuzluk anlaşmasıyla bu hükümlerin aksini kararlaştırabilirler bu bağlamda sorumluluğu arttırabilecekleri gibi ortadan kaldırabilir ya da hafifletebilirler.

      Dolayısıyla satıcı veya alıcının kendi iş yerlerine astıkları tek taraflı bir sorumsuzluk anlaşması yeterli değildir.

      Satıcı ağır kusurlu olduğu takdirde, sorumsuzluk anlaşması geçersizdir. TBK 221 bunu açık olarak hükme bağlamıştır.

      MADDE 221- Satıcı satılanı ayıplı olarak devretmekte ağır kusurlu ise, ayıptan sorumluluğunu kaldıran veya sınırlayan her anlaşma kesin olarak hükümsüzdür. 

      Ağır kusur halinde 10 yıllık zaman aşımı süresi uygulanır.

      Bize Yazın

      Ad

      E-posta *

      Mesaj *