14 Mart 2017 Salı

ARABULUCULUK

İş mahkemelerinin görev ve yargılama usulleri ile ilgili değişiklik öngören yasanın önümüzdeki günlerde yürürlüğe girmesi bekleniyor.Peki herkes tarafından duyulan , basında sıkça söz  edilen bu taslak neyi getiriyor?

Öncelikle bu taslakla hedeflenen mahkemeler üzerindeki iş yükünü azaltmak.Yargıtaydaki dosyaların %30 unu oluşturan bu davalarda öncelikli olarak arabuluculuk kurumuna başvuru şartı getirilerek Yüksek Yargının da iş yükünü hafifletmek , ayrıca davaların daha hızlı ve seri şekilde sonuçlandırılması hedeflenmiştir.Bununla birlikte İş Mahkemeleri tam bir ihtisas mahkemesi haline getirilerek tamamen özel uzmanlık mahkemeleri haline gelecektir.

Kanunun yürürlüğe girmesi ile özellikle işçi ve işveren uyuşmazlıklarından kaynaklanan davalarda önemli değişiklikler meydana gelecektir.

İşçi ve işveren arasında çıkan bir kısım uyuşmazlıklar için zorunlu arabuluculuk uygulaması getirilmektedir.Bu kapsamda kanuna veya bireysel yahut toplu iş sözleşmesine dayanan işçi alacakları ile işe iade talebiyle açılacak davalarda, dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurma zorunluluğu kabul edilmektedir. Düzenleme uyarınca, 4857 sayılı İş Kanunu ile diğer kanunlardan kaynaklanan işçi alacakları için öncelikle arabulucuya başvurma zorunluluğu söz konusu olacaktır. Bu kapsamda, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun Altıncı Bölümünde düzenlenen “Hizmet Sözleşmeleri” kapsamındaki işçi alacaklarının da zorunlu arabuluculuğa tabi olması öngörülmektedir. Kısacası iş kazalarından kaynaklana maddi tazminatlar ve manevi tazminatlar dışında kalan uyuşmazlıklar için zorunlu arabuluculuk kurumu getirilmiştir.

Peki arabulucuya nasıl başvurulacak?
Başvuru karşı tarafın, karşı taraf birden fazla ise bunlardan birinin yerleşim yerindeki veya işin yapıldığı yerdeki arabuluculuk bürosuna, arabuluculuk bürosu kurulmayan yerlerde ise adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu tarafından görevlendirilen sulh hukuk mahkemesi yazı işleri müdürlüğüne yapılacak.Taraflar listeden istediği arabulucuyu seçebileceği gibi bu konuda anlaşamamaları durumunda arabulucu , arabuluculuk bürosu tarafından belirlenecek.

Zamanaşımı sürelerini nasıl etkileyecek?
Bilindiği üzere işçi alacaklarında zamanaşımı süresi şuan 5 yıl. Ancak bu kanun ile 4857 sayılı kanunda bir düzenleme yapılmakta olup 15'inci madde ile zamanaşımı süreleri yeniden düzenlenmiştir.
Bu düzenlemeyle kanunu yürürlüğe girmesinden sonra
Yıllık izin ücreti ile ,
 1475 sayılı İş Kanunundan kaynaklanan kıdem tazminatı.
 İş sözleşmesinin bildirim şartına uyulmaksızın feshinden kaynaklanan tazminat. 
 Kötüniyet tazminatı. 
 5 inci maddede düzenlenen eşit davranma ilkesine aykırı davranılmasından kaynaklanan tazminat alacakları için zamanaşımı süresi 2 yıl olacaktır.
 Zamanaşımı süresi, iş sözleşmesinin sona erdiği tarihten itibaren işlemeye başlar. İşe iade talebiyle arabulucuya ve mahkemeye başvurulması halinde zamanaşımı süresi kesilir.”

Arabuluculuk görüşmeleri nasıl olacak?

Arabuluculuk müzakerelerine taraflar bizzat, kanuni temsilcileri veya avukatları aracılığıyla katılabilirler. Uyuşmazlığın çözümüne katkı sağlayabilecek uzman kişiler de müzakerelerde hazır bulundurulabilir.
Arabuluculuk görüşmeleri, arabulucunun, arabuluculuk bürosu tarafından görevlendirildiği tarihten itibaren üç hafta içinde sonuçlandırılmalıdır. Arabulucunun bu süreyi görüşmelerin gidişatını dikkate alarak zorunlu hallerde en fazla bir hafta daha uzatma yetkisi bulunmaktadır
Arabulucu huzurunda anlaşılması halinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz.

Arabuluculuk yukarıda belirtilen uyuşmazlıklar için dava şartı olup hakim uyuşmazlığın giderilmesi için süre vermeyecek ve davanın usulden reddine karar verecektir.

27 Ocak 2017 Cuma

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI-MÜLKİYET HAKLARI KHK İLE SINIRLANDIRILAMAZ

Esas Sayısı : 2016/148 Karar Sayısı : 2016/189



“Mahkememizin 2015/116 Esas sayılı dosyasının yargılama sırasında, somut olayda uygulama yeri bulunduğu düşünülen 556 sayılı KHK’nın 14. maddesinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı olduğu düşünülerek Anayasanın 152. maddesi gereğince itiraz yoluyla Yüksek Mahkemenize iptal başvurusunun yapılması gerekmiştir.

Dava konusu uyuşmazlık, davalının markasını kullanmaması nedeniyle iptali ve sicildenterkini taleplerine ilişkin olup, 556 sayılı KHK’nın 14. maddesinde iptal yaptırımı ile düzenlenen “kullanmama” halinin, davacının özünde bir mülkiyet hakkı olan marka hakkı ihlal edileceğinden, 556 sayılıKHK’nin 14. maddesi somut olayda uygulama yeri bulunan bir yasa hükmü olup bu nedenle itiraz yoluyla başvuruda, iptali istenen yasa hükmünün somut olayda uygulanma ihtimali bulunması gerektiğine dair şekli şartın gerçekleştiği düşünülmüştür.

Somut olayda, uygulama yeri bulunduğu ve Anayasa’ ya aykırı olduğu düşünülen yasa hükmü, 556 sayılı KHK’nin 14. maddesi olup, madde başlığı “Markanın Kullanılması” olup madde hükmü:

“Markanın tescil tarihinden itibaren 5 yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmamasıveya bu kullanıma 5 yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir.

Aşağıda belirtilen durumlar markayı kullanma kabul edilir :

a)       Tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması,

b)   Markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarındakullanılması,

c)   Markanın marka sahibinin izni ile kullanılması,

d)   Markayı taşıyan malın ithalatı.” şeklindedir.

Markanın kullanılmamasının bir hukuki yaptırıma bağlanması doğru ve gereklidir. Markanın kullanılmaması gerek uluslararası düzenlemelerde, gerek AB mevzuatında, gerekse birlik ülkeleri mevzuatında bir “iptal” sebebi olarak düzenlenmektedir. Türkiye’nin de taraf olduğu, TRIPS Anlaşması’nın (Ticaretle Bağlantılı Fikri Mülkiyet Hakları Anlaşması) 19. maddesine göre markanın kullanılmamasının yaptırımı “iptal”dir. Buna göre, kullanılmayan marka ancak 3 yıllık minimum süre geçtikten sonra iptaledilebilir. AB Marka Direktifinin (2008/95 EC) 12. maddesinde ve Topluluk Marka Tüzüğü’nün (207/2009) 51. maddesinde de markanın kullanılmamasının yaptırımı “iptal”dir. Aynı şekilde İngiltere MarkalarKanunu’nun 46/1-a maddesinde, Alman Markalar Kanunu’nun 49/1-a maddesinde, İtalyan Marka Kanunu’nun 42/1 maddesinde ve Fransız Fikri Mülkiyet Kanunu’nun L714-5 maddesinde de kullanmama hali birer “iptal” sebebi olarak düzenlenmiştir.



Davalının yapılan yargılama sonucu özünde bir “mülkiyet hakkı” olan “marka hakkı”, hukuka aykırı bir şekilde ortadan kaldırılabilecektir. Bu durum, Hukuki İşlem Güvenliği ve Kazanılmış Hakların Korunması yönünden Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, 2. maddesindeki “Hukuk Devleti” ilkesi ile, marka hakkı soyut bir mülkiyet hakkı olduğundan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35. maddesindeki “Mülkiyet Hakkının Korunması” hükümlerine aykırıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 35. maddesinde “Herkes mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” hükmü düzenlenmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 91. maddesinde de; Türkiye Büyük Millet Meclisinin Bakanlar kuruluna Kanun Hükmünde Kararname çıkartma yetkisi verebileceği ancak sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın 2. kısmının 1 ve 2 bölümlerinde yer alan temel hakların,kişi hakları ve ödevleri ile 4. bölümünde yer alan Siyasi Haklar ve ödevlerin Kanun Hükmünde Kararnameler ile düzenlenemeyeceği belirtilmiştir.

Markanın kullanılmamasının Kanun Hükmünde Kararname ile yaptırımının “iptal” olarak öngörülmesi Anayasa’da temel haklar olarak düzenlenen kişinin mülkiyet hakkına müdahale niteliğinde olup, Kanun ile düzenlenmesi gerekeceğinden Hukuk devleti ilkesine aykırılık ve Mülkiyet hakkı ihlali söz konusu olacağından, tescilli bir markanın kullanılmamasının yaptırımının 556 sayılı KHK’ de “iptal” biçiminde düzenlenmiş oluşu, takdir sınırlarını aşarak, Anayasa’ya aykırılık hali meydana getirmektedir. Bu nedenle Yüksek Mahkemenizce yapılacak inceleme, “yerindelik denetimi” değildir.

Nihayet 556 sayılı KHK’nın 14. maddesi gereğince, kullanılmayan marka iptali edildiğinden, marka sahibinin mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte olup, özünde bir “mülkiyet hakkı” olan “marka hakkı” ancak yasa ile sınırlanabilecek iken, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 91. maddesine aykırı şekilde Kanun Hükmünde Kararname ile Marka Hakkının sınırlanması, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı olup, bu nedenle dahi anılan KHK’nın 14. maddesinin iptali gereklidir.

Yukarıda açıklanan nedenler ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 152/1 maddesi ile 6216 sayılı Yasanın 40. maddesi gereğince, 556 sayılı Markaların Korunması Hakkına Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinin iptali konusunda Yüksek Mahkemenizin takdir ve gereği arz olunur.”



ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Esas Sayısı    
 :
  2016/148
Karar Sayısı   
 :
  2016/189
Karar Tarihi  
 :
  14.12.2016
R.G.Tarih-Sayısı  
 :
  6.1.2017-29940

İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN: İstanbul 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi

İTİRAZIN KONUSU : 24.6.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (KHK)’nin 14. maddesinin Anayasa’nın 2., 35. ve 91. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi talebidir.

OLAY: Markanın kullanılmaması nedeniyle iptali ve sicilden terkini talebiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırılık iddiasını ciddi bulan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.

I- İPTALİ İSTENİLEN KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME KURALI

556 sayılı KHK’nin itiraz konusu 14. maddesi şöyledir:

“Markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde, haklı bir neden olmadan kullanılmaması veya bu kullanıma beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi halinde, marka iptal edilir.

Aşağıda belirtilen durumlar markayı kullanma kabul edilir:
a) Tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması,
b) Markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması,
c) Markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması,
d) Markayı taşıyan malın ithalatı.

II- İLK İNCELEME

1. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü uyarınca Zühtü ARSLAN, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Serdar ÖZGÜLDÜR, Serruh KALELİ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Muammer TOPAL, M. Emin KUZ, Hasan Tahsin GÖKCAN, Kadir ÖZKAYA, Rıdvan GÜLEÇ, Recai AKYEL ve Yusuf Şevki HAKYEMEZ’in katılımlarıyla 12.10.2016 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.

III- ESASIN İNCELENMESİ

2. Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Salim KÜÇÜK tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu KHK kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

A- İtirazın Gerekçesi

3. Başvuru kararında özetle, itiraz konusu kuralla, tescilden itibaren veya sonradan, haklı bir neden olmaksızın kesintisiz beş yıl süre ile kullanılmayan tescilli markanın iptalinin öngörüldüğü, kuralın Anayasa’nın temel hak ve ödevler başlıklı ikinci kısmının, kişinin hakları ve ödevleri başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkı kapsamında bir düzenleme niteliğinde olduğu ve KHK ile düzenlenemeyeceği belirtilerek, Anayasa’nın 2., 35. ve 91. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.

B- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu

1. Kanun Hükmünde Kararnamelerin Yargısal Denetimi Hakkında Genel Açıklama

4. Anayasa’da, KHK’lerin siyasal denetimi yanında yargısal denetimi de öngörülmüştür. KHK’ler, işlevsel yönden yasama işlemi niteliğinde olduklarından bunların yargısal denetimlerinin yapılması görev ve yetkisi de Anayasa Mahkemesine verilmiştir. Yargısal denetimde KHK’nin, öncelikle yetki kanununa sonra da Anayasa’ya uygunluğu sorunlarının çözümlenmesi gerekir. Her ne kadar, Anayasa’nın 148. maddesinde KHK’lerin yetki kanunlarına uygunluğunun denetlemesinden değil, yalnızca Anayasa’ya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunun denetlenmesinden söz edilmekte ise de Anayasa’ya uygunluk denetiminin içine öncelikle KHK’nin yetki kanununa uygunluğunun denetimi girer. Çünkü Anayasa’da, Bakanlar Kuruluna ancak yetki kanununda belirtilen sınırlar içerisinde KHK çıkarma yetkisi verilmesi öngörülmüştür. Yetkinin dışına çıkılması, KHK’yi Anayasa’ya aykırı duruma getirir. Böylece, KHK’nin yetki kanununa aykırı olması Anayasa’ya aykırı olması ile özdeşleşir.

5. Dayanaklarını doğrudan Anayasa’dan alan olağanüstü hâl KHK’lerinden farklı olarak, olağan dönemlerdeki KHK’lerin bir yetki kanununa dayanması zorunludur. Bu nedenle, KHK’ler ile dayandıkları yetki kanunu arasında çok sıkı bir bağ vardır. KHK’nin yetki kanunu ile olan bağı, KHK’yi aynen ya da değiştirerek kabul eden kanun ile kesilir. KHK’nin Anayasa’ya uygun bir yetki kanununa dayanması, geçerliliğinin ön koşuludur. Bir yetki kanununa dayanmadan çıkarılan bir KHK’nin, içeriği yönünden Anayasa’ya aykırılık oluşturmasa bile Anayasa’ya uygunluğundan söz edilemez.

6. KHK’lerin Anayasa’ya uygunluk denetimi, kanunların denetiminden farklıdır. Anayasa’nın 11. maddesinde, “Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.” denilmektedir. Bu nedenle kanunların denetiminde, onların yalnızca Anayasa kurallarına uygun olup olmadıkları saptanır. KHK’ler ise konu, amaç, kapsam ve ilkeleri yönünden hem dayandıkları yetki kanununa hem de Anayasa’ya uygun olmak zorundadırlar.

7. Anayasa’da kimi konuların KHK’lerle düzenlenmesi yasaklanmaktadır. Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında, sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin KHK ile düzenlenemeyeceği belirtilmiştir. Bu itibarla Türkiye Büyük Millet Meclisi, Bakanlar Kuruluna ancak KHK ile düzenlenmesi yasaklanmış alana girmeyen konularda KHK çıkarma yetkisi verebilir.

8. Anayasa’nın herhangi bir maddesinde kanunla düzenleneceği öngörülen bir konunun, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler ile ilgili olmadıkça ya da Anayasa’nın 163. maddesinde olduğu gibi KHK çıkarılamayacağı açıkça belirtilmedikçe KHK ile düzenlenmesi Anayasa’ya aykırılık oluşturmaz.

2- İtiraz Konusu Kuralın Anayasa’ya Aykırılığı Sorunu

9. İtiraz konusu kuralın birinci fıkrasında, markanın, tescil tarihinden itibaren beş yıl içinde haklı bir neden olmaksızın kullanılmaması veya markanın kullanımına beş yıllık bir süre için kesintisiz ara verilmesi hâlinde markanın iptal edileceği belirtilmekte, ikinci fıkrasında ise tescilli markanın ayırt edici karakterini değiştirmeden markanın farklı unsurlarla kullanılması, markanın yalnız ihracat amacıyla mal ya da ambalajlarında kullanılması, markanın, marka sahibinin izni ile kullanılması ve markayı taşıyan malın ithalatı durumlarının, markayı kullanma olarak kabul edileceği öngörülmektedir.

10. İtiraz konusu kural, 8.6.1995 tarihli ve 4113 sayılı Patent, Faydalı Model, Marka, Coğrafi İşaretler, Endüstriyel Tasarımlar, Yaş Sebze ve Meyve Ticareti, Toptancı Halleri, Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Deniz Ticaret Odaları, Ticaret Borsaları ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği, Türkiye Turistik Otelciler ve Turizm İşletmecileri Birliğinin Kuruluşu, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Birlikleri ile Gıda Konularının Düzenlenmesine ve Türk Ticaret Kanunu ile Türk Ticaret Kanununun Mer’iyet ve Tatbik Şekli Hakkında Kanun ile Sermaye Piyasası Kanunu ve Gümrük Kanununun Bazı Hükümlerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yetki Kanunu’nun verdiği yetkiye istinaden ve bu kapsamda çıkarılan KHK’lerdendir.

11. Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında herkesin, mülkiyet ve miras haklarına sahip olduğu, ikinci fıkrasında bu hakların, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabileceği, üçüncü fıkrasında ise mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağı kurala bağlanmıştır.

12. Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasında ise “...sıkıyönetim ve olağanüstü hâller saklı kalmak üzere, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.” denilmektedir. Buna göre, Anayasa’nın ikinci kısmının “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı ikinci bölümünde yer alan mülkiyet hakkının KHK ile düzenlenmesi mümkün değildir.

13. Mülkiyet hakkının konusunu, maddi ve gayrimaddi mallar oluşturmaktadır. Taşınır ve taşınmaz mallar, maddi mallar kapsamında iken, fikri ve sınaî mülkiyet hakları gayrimaddi mallar kapsamında bulunmaktadır. Bir markanın sahibine sağladığı haklar ise “marka hakkı” olarak adlandırılmakta ve marka hakkı, fikri ve sınai mülkiyet hakları kapsamında yer almaktadır. Dolayısıyla itiraz konusu kural, mülkiyet hakkının konusunu oluşturan marka hakkıyla ilgili olduğundan KHK ile düzenlenemez.

14. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasına aykırıdır. İptali gerekir.
15. Kural, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrasına aykırı görülerek iptal edildiğinden, ayrıca Anayasa’nın 2. ve 35. maddeleri yönünden incelenmesine gerek görülmemiştir.

IV- HÜKÜM

          24.6.1995 tarihli ve 556 sayılı Markaların Korunması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 14.12.2016 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

Başkan
Zühtü ARSLAN
Başkanvekili
Burhan ÜSTÜN
Başkanvekili
Engin YILDIRIM





Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Serruh KALELİ
Üye
 Osman Alifeyyaz PAKSÜT





Üye
 Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Nuri NECİPOĞLU
Üye
Celal Mümtaz AKINCI






Üye
Muammer TOPAL
Üye
M. Emin KUZ
Üye
Hasan Tahsin GÖKCAN





Üye
Kadir ÖZKAYA
Üye
Rıdvan GÜLEÇ





Üye
Recai AKYEL
Üye
Yusuf Şevki HAKYEMEZ

17 Ocak 2017 Salı

YARGITAY KARARLARI - VADESİ GELMİŞ BONO

ÖZET:Kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip, İİK'nun 168. maddesinin birinci fıkrasına göre ancak vadesi gelmiş kambiyo senedi için yapılabilir. Takip dayanağı bono metinlerinde vadesinde ödenmediği takdirde müteakip bonoların muacceliyet kesbedeceği yönünde kayıt bulunması bu senetlerin kambiyo senetleri olma niteliğini etkilemez. Bu gibi kayıtlar yazılmamış sayılır. Muacceliyet koşulu ayrıca bir sözleşmede belirlenmedikçe anılan kayıt ilgililer yönünden hiçbir sonuç doğurmaz Buna göre, bono haricinde düzenlenen ve bonoya açık atıf yapılan bir sözleşme ile belirlenen muacceliyet koşulu geçerlidir. 
Bu durumda, takip dayanağı bonoların 17.09.2015 tarihli protokol uyarınca verildiği sabit ve tartışmasız olup, anılan sözleşmede senetlerden birinin vadesinde ödenmemesi halinde diğerlerinin muaccel olacağı kararlaştırılmış olmakla, sözleşmede düzenlenen bu muacceliyet şartı geçerlidir. Protokol kapsamında düzenlenen 22.09.2015 vade tarihli ilk bono vadesinde ödenmeyip mahkemenin de kabulünde olduğu üzere vade tarihinden bir gün sonra ödendiğine göre, sözleşme uyarınca verilen takip dayanağı diğer bonoların muaccel olduğunun kabulü gerekir. Hal böyle olunca, alacaklının muaccel hale gelen senetlere dayanarak icra takibi başlatması yukarıda açıklanan ilke ve kurallara, yasal düzenmeye uygundur. 

12. Hukuk Dairesi         2016/596 E.  ,  2016/14023 K.

    "İçtihat Metni"
    MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

    Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
    Alacaklı-lehdar tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile bonoya dayalı olarak keşideci-borçlu hakkında icra takibine başlandığı, borçlu vekilinin İİK'nun 168. maddesinde öngörülen yasal 5 günlük sürede icra mahkemesine yaptığı başvurusunda; taraflar arasında imzalanan 17.09.2015 tarihli protokol ile alacaklıya toplam 600.000,00 TL miktarlı 6 adet senet verildiğini, senetlerden ilkinin vadesinin 22.09.2015 olup, protokolde senetlerden birinin vadesinde ödenmemesi halinde diğerlerinin de muaccel olacağının kararlaştırıldığını, vadesinde ödenmediği iddia olunan 22.09.2015 tarihli senet bedelinin 23.09.2015 tarihinde alacaklının banka hesabına ulaştığını, 22.09.2015 ödeme tarihli senedin müvekkiline vadesinde ibraz edilmediği gibi ödeme yapılacak hesap bilgilerinin müvekkiline aktarılmadığını, TTK'nun 708. maddesinde belirtilen ibraza ilişkin prosedüre riayet edilmemiş ve iki günlük süreye de uyulmamış olduğunu, 22.09.2015 tarihinin Kurban Bayramı öncesine denk gelen idari tatil olduğunu beyanla, vadesi gelmeyen diğer senetlere dayanan bu takibin iptaline karar verilmesini istediği anlaşılmaktadır.
    Mahkemece, "...keşideci TTK.nun 624. maddesine göre kendisine süresinde ibraz edilmeyen bononun bedelini notere tevdi edebilir ise de, bu kendisine tanınmış yasal bir imkan olup mecburiyet olmadığı, somut olayda keşidecinin ihtar edilmediği, vadeden sonra da sözleşme gereği ödenmesi gereken ilk bononun bir gün sonra ödendiğinden, takibe dayanak diğer bonoların muaccel hale gelmediği" gerekçesi ile istemin kabulü ile takibin iptaline karar verildiği, hükmün alacaklı tarafça temyiz edildiği görülmektedir.
    6102 sayılı TTK'nun 778(1)-c maddesinin göndermesi ile bonolar hakkında da uygulanması gereken 708. maddesi gereği senedin vadesinde ibraz olunmadığı ahvalde, keşideci borçlu aynı Kanunun 712. maddesi (yürürlükten kaldırılan 6762 sayılı TTK'nun 624. maddesi) uyarınca masraf ve hasar hamile ait olmak üzere bono bedelini bir bankaya tevdi ederek borçtan kurtulur. Bu gereği yerine getirmeyen keşideci borçlunun vadesinde senedin ödenmek üzere kendisine ibraz olunmadığına ilişkin iddiası mercide tartışma konusu yapılamaz. Keşidecinin takibi için protestosuna da gerek bulunmamaktadır.
    Kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip, İİK'nun 168. maddesinin birinci fıkrasına göre ancak vadesi gelmiş kambiyo senedi için yapılabilir. Takip dayanağı bono metinlerinde vadesinde ödenmediği takdirde müteakip bonoların muacceliyet kesbedeceği yönünde kayıt bulunması bu senetlerin kambiyo senetleri olma niteliğini etkilemez. Bu gibi kayıtlar yazılmamış sayılır. Muacceliyet koşulu ayrıca bir sözleşmede belirlenmedikçe anılan kayıt ilgililer yönünden hiçbir sonuç doğurmaz (Özten, Fırat; Kıymetli Evrak Hukuku, 2. Baskı. S: 487,1002). Buna göre, bono haricinde düzenlenen ve bonoya açık atıf yapılan bir sözleşme ile belirlenen muacceliyet koşulu geçerlidir.
    Dosya arasında mevcut, taraflar arasında imzalanan 23.07.2015 başlangıç ve 31.05.2017 bitiş tarihli Profesyonel Futbolcu Sözleşmesinin feshi ve bu fesih sebebi ile futbolcuya yapılacak ödemelere dair hükümlere ilişkin 17.09.2015 tarihli protokolde; futbolcuyo 6 taksit halinde toplam 600.000,00 TL ödeme yapılacağı, ödemeler için her biri 100.000,00 TL bedelli 22.09.2015, 30.11.2015, 30.12.2015, 29.01.2016, 26.02.2016, 31.05.2015 vadeli senetler verileceği ve senetlerden herhangi bir tanesi vadesinde ödenmediği takdirde diğer senetlerin vadesinin muaccel hale geleceği kararlaştırılmış olup, takip konusu yapılan senetlerin işbu protokolde belirtilen senetler olduğu hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, protokolde belirtilen ilk senedin vadesinde ödenip ödenmediği ve bu nedenle de diğer senetler yönünden muacceliyet koşulunun oluşup oluşmadığı hakkındadır.
    Somut olayda, borçlunun sunduğu HSBC Bank dekontuna göre, 22.09.2015 vade tarihli senede mahsuben 23.09.2015 tarihinde 100.000, 00 TL'nin, alacaklının banka hesabına tamamen ödendiği, anılan senedin takip konusu yapılmayıp, protokolde belirtilen diğer senetlerin muaccel olduğundan bahisle kalan 5 adet senedin toplam bedeli olan 500.000,00 TL'nin tahsili istemi ile 30.09.2015 tarihinde takibe başlandığı görülmektedir.
    Bu durumda, takip dayanağı bonoların 17.09.2015 tarihli protokol uyarınca verildiği sabit ve tartışmasız olup, anılan sözleşmede senetlerden birinin vadesinde ödenmemesi halinde diğerlerinin muaccel olacağı kararlaştırılmış olmakla, sözleşmede düzenlenen bu muacceliyet şartı geçerlidir. Protokol kapsamında düzenlenen 22.09.2015 vade tarihli ilk bono vadesinde ödenmeyip mahkemenin de kabulünde olduğu üzere vade tarihinden bir gün sonra ödendiğine göre, sözleşme uyarınca verilen takip dayanağı diğer bonoların muaccel olduğunun kabulü gerekir. Hal böyle olunca, alacaklının muaccel hale gelen senetlere dayanarak icra takibi başlatması yukarıda açıklanan ilke ve kurallara, yasal düzenmeye uygundur.
    O halde mahkemece, borçlunun takip konusu senetlerin muaccel olmadığına yönelik İİK'nun 168/1. maddesi kapsamında yaptığı şikayetinin reddine karar vermek gerekirken, istemin kabulü ile takibin iptaline karar verilmesi isabetsizdir.
    SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK'nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

    Bize Yazın

    Ad

    E-posta *

    Mesaj *